29 Eylül 2015 Salı

Dil Nedir?



Dil nedir?

Dil, en basit tanımıyla bir bildirim aracıdır.

İnsanlar arasındaki ilişkilerde kullanılan jestler, mimikler, el, kol, yüz ve vücut hareketleri de toplumdan topluma az çok değişen anlatım ayrılıklarına rağmen, basit bildirim araçlarıdır. Aynı şekilde, trafik işaretleri, renklerin sembolik anlamlar taşıması veya toplumdan topluma farklı şeyler ifade etmesi de buna örnek verilebilir.

Bildirişim, bir araç görevi gören ilkel veya gelişmiş bir işaret sisteminden yararlanılarak bir bilginin, bir duygunun bir yerden başka bir yere, bir zihinden başka bir zihne aktarılmasıdır. Ancak, insanlar arasındaki anlaşmayı sağlayan en gelişmiş bildirişme aracı dildir. Hayvanlarda bildirişme ilkel şekilde ve bir içgüdü ile gerçekleştirildiği halde, insanlarda dil aracılığıyla yüksek düzeyde bir sitem haline ulaşmıştır.

Dil, dilbilimciler tarafından, bir toplumu oluşturan kişilerin düşünce ve duygularının, o toplumda ses ve anlam bakımından geçerli ortak ögeler ve kurallardan yararlanılarak başkalarına aktarılmasını sağlayan çok yönlü ve gelişmiş bir sistem aracı olarak tanımlanmıştır.

Dilde, insan varlığının toplum içindeki binlerce yıllık yaşayışının zaman süzgecinden geçerek, billurlaşmış anlam ve özü bulunabilir. Bu bakımdan, on binlerce kelime ve şekilden kurulmuş olan dil, yapı ve işleyişinin ayrıntılarına doğru inildikçe; insan, toplum, millet ve kültür varlığına hükmeden çok yönlü ve derin anlamlı bir sistem olarak karşımıza çıkar.


  - Her dil, kendi kuralları içinde yaşayan ve gelişen canlı bir varlıktır.
  - Dil, insanın iç dünyası ile dış dünyasını birbirine bağlayan en önemli araçtır.
 - Dil, kuşaktan kuşağa aktarılabilen ve toplumun çeşitli özelliklerini yansıtan sosyal bir kurumdur.
  -Kültürün koruyuculuğunu ve taşıyıcılığını yapan temel varlık, dildir.











Dil  Nedir?

Tüm canlıların, kendilerini ve hallerini anlatabilme olanakları vardır. Buna dolaysız (doğrudan doğruya) bildirişim diyoruz. Bir de insanların, uzun bir yaşantı sonunda, ortak sembollerle, ortak kalıplarla, evrende, doğada ve eşyada manalandırdıkları, özel anlamlar aşılaladıkları, dolaylı birer bildirişim aracı olarak kullandıkları işaretler ve sesler var ki bunlardan da sembolikartistik bir dil oluşabiliyor; (yağmurun dili, denizin dili, göklerin dili, güllerin dili) gibi.

İnsanların aralarında anlaşmaya, kendilerini ifade etmelerine araç olan dil, bir dilbilgisi sistemi içinde örgütlenmiş, düşünce ve duyguları bildirmeye yarayan ses, işaret ya da hareketlerin bütünüdür.

İnsan anlatım ve bildirişim için ya hareket eder (jest), ya da ses çıkarır (konuşma) ya da belirli işaretler çizer (yazı). Konuşma dili, yazı dili, hareket dili, (insan dili)nin üç ayrı görüntüsüdür.
Canlılar arasında en gelişmiş iletişim modeli olan dil, her şeyden önce insana özgü’dür. Başka canlı türleri arasında da belli oranda bir iletişim olduğu bilinmektedir. Fakat bunlardan hiçbiri insan dili kadar, örneğin soyut kavramlar geliştirecek biçimde, karmaşık bir yapıya sahip değildir. 

İnsana özgü olan dil, bir iletişim aracıdır. Dilin işlev açısından en önemli yönü budur. İnsanlar arasında deneyim, bilgi, fikir vb. aktarımları dil vasıtasıyla sağlanır.
Sınırlı amaçlan yerine getirmek üzere başka iletişim araçları da kullanılabilir: mimikler, jestler, anlamsız gibi görünen belli sesler, trafik işaretleri vb. Ama bunların hiçbiri, doğal dilin yerine getirdiği işlevleri bütün olarak karşılayacak durumda değildir. 

İnsan dili, konuşurlarının bütün dilsel ihtiyaçlarını karşılayabilir. Ancak konuşur ve dinleyicinin aynı dili biliyor olması, söylenenlerin konuşulan bağlama uyması, dinleyicinin ön bilgileriyle örtüşmesi gibi sağlıklı bir iletişimi sağlayan başka etkenler de vardır. Bunların olmaması durumunda iletişim gerçekleşmez. İnsana özgü olan dil, işitme engellilerce konuşulan, kendine özgü yapısı olan bir görsel dilin olduğu gerçeğini bir tarafa bırakmamak kaydıyla, seslerden oluşan bir iletişim aracıdır.

Her doğal dilin, kendine özgü bir ses dağarcığı vardır.
Örnek olarak bir Kafkas dili olan Ubıhçada 81 ünsüz, 3 ünlü, Papua Yeni Gine’de, Bougainville Adasında konuşulan bir dilde 5 ünlü, 6 ünsüz vardır. Harfler seslerin yazıdaki karşılıklarıdır. Ancak bir harf bir sesin bütün özelliklerini yansıtmaz. Örnek olarak a harfi kadın ve av kelimelerinde, e harfi gezegende kelimesinin her hecesinde farklı seslendirilir.

İnsana özgü, seslerden oluşan bir iletişim aracı olan dilin buna bağlı bir özelliği de sözlü olmasıdır. Gerçi dil incelemelerinde yazı dilinin öne çıkarıldığı dönemler de olmuştur. Ancak Batı’da dil çalışmalarında sözlü dilin ve ifade biçimlerinin incelenmesi W. Labov’la birlikte adeta bir dönüm noktasına ulaşmıştır.

Labov araştırmacıları, dilin tek örnek, doğru ve kesin bir biçiminin bulunduğu ve bunun da ölçünlü/yazılı biçim olduğu paradoksundan kurtarmak isteyerek, toplumsal bağlamda dil incelemelerinin ve sözlü dilin önemini vurgulamıştır. Sözlü dile öncelik verilmesinin birkaç nedeni vardır:

İnsan önce sözlü dili edinir; yazı dili dil edinimi sürecinin tamamlanmasından sonra eğitimle kazanılan bir beceridir. Yazılmayan dillerin konuşurları veya okul öncesi çocuklar gibi okur yazar olmayan insanlar da ana dillerini, iletişimin aksamaması anlamında “doğru” biçimde kullanırlar. Diller sonraki nesillere sözlü biçimiyle aktarılır. Gerçekten de yazının olmadığı zamanlarda veya günümüzde okur yazar olmayan insanlar için dili sonraki kuşaklara aktarmanın yegane yolu sözlü aktarmadır.

İnsan dili doğuştandır. Özellikle nörolinguistik alanında yapılan çalışmalar insanın doğarken belli bir dil donanımını birlikte getirdiği yönünde önemli sonuçlar ortaya çıkarmıştır. Bu nedenle sağlıklı çocuklar, zekalarından bağımsız olarak bir gün mutlaka konuşurlar. Yapılan deneylerde bebeklerin kendi ana dillerini başka dillerden ayırabildiği görülmüştür.

İnsan doğuştan bir dil donanımıyla gelse de bu donanım kendiliğinden bir dile dönüşmez. Konuşma içgüdüsünün ortaya çıkabilmesi için bir sosyal çevreye ihtiyaç vardır. Bu sosyal çevre becerinin dile dönüşmesi için vazgeçilmez durumdadır.

Dillerdeki değişme ve gelişmeler de dili konuşan topluluğun az veya çok oranda katılmasıyla gerçekleşebilir. Herhangi bir topluluktan bir kişi dili tek başına istediği gibi dönüştüremez. Bu nedenle dilin bir başka özelliği toplumsal olmasıdır.

Kullanılan dil, bir topluluğu aynı dili konuşanlarla birleştirir, farklı dilleri konuşanlardan ayırır.
Dil, aynı dili konuşan insanların üzerinde bir şekilde anlaşmış olduğu bir olgudur.

Dil ile gerçekleşen iletişimde çift yönlü bir bilgi akışı vardır. Ancak insanların geliştirdikleri ilk iletişim düzeneklerinde genellikle tek yönlü bir iletişim söz konusuydu. Örneğin düşmanın geldiğini belirtmek için yakılan bir ateş tek yönlü bir iletişim bildirir. Alıcının, düşmanın nereden geldiğini, kaç kişi olduğunu sorma şansı yoktur.

Dil topluma ait algılama, düşünme ve yaşama biçimini çeşitli şekillerde yansıtarak bir tür dil-kültür-kimlik üçgeni oluşturur.

Dilin uzlaşı sağlayıcı yönünden hareketle toplumsallığına yönelik ilk görüşler Saussure tarafından dile getirilmiştir.

Saussure, dilin sosyal ve anlaşma sağlayıcı bir sistem olduğunu belirterek “dil” kavramına toplumsallık atfetmiş; “dil”e karşıt olarak ortaya attığı “söz” kavramını ise bireysel dil kullanımları ile ilişkilendirmiştir.

Dilin toplumsal oluşu, salt bireyler arasında fikir ve bilgi akışı sağlayan toplumsal bir iletişim sistemi oluşundan kaynaklanmaz; dil kullanımı sırasında ortaya çıkan çeşitlenmeler, toplumsal statü, cinsiyet, toplumsal roller, kimlik, kültür vb. toplumsal değerleri de tanıklayarak o dilin konuşulduğu dil toplumuna dair ipuçları verir.

İnsan dili, aynı zamanda bir sistemdir. Bu sistem en küçük biçimiyle seslerden, seslerin belli bir düzen içinde bir araya gelmesiyle oluşan kelime ve eklerden, bunların belli kurallarla bir araya gelmesiyle oluşan cümlelerden meydana gelir.

Dilden soyutlanarak ele alındığında düşüncelerin, biçimlenmemiş bir yığın olduğu görülür. Tek başına düşünce, sınırları olmayan bir bulut yığınını andırır. Bu yığın, kavramlar ve seslerle, yani dil sistemi ile biçimlenir ve anlam kazanır.

Doğal dillerde var olan sesler her dilde o dile özgü kurallar çerçevesinde bir araya gelerek anlamlı kelimeler oluşturabilir. Bu anlamlı kelimeler, ancak o dile özgü kurallara bağlı olarak bir araya gelirse “doğru” cümleler ortaya çıkabilir. Demek ki var olan malzeme belli bir düzene göre bir araya geldiğinde bir dil olabilmektedir. Buna, Türkçe kaynaklarda dizge de denilmektedir.

Dilin işleyişindeki dil göstergesi de bir başka sistemdir. Bu gösterilen ve gösteren arasındaki ilişkidir. Dil göstergesi bir kavramla, bu kavramı temsil eden bir ses dizisinin veya gösterme iminin birleşerek zihinde oluşturduğu izdir.

Gösterge, bünyesinde birbirini tamamlayan iki öge bulundurur. Birincisi varlıkların ya da nesnelerin zihinde oluşan tasarısı, yani gösterilen; ikincisi de bu tasarıyı sembolik olarak temsil eden işitme ve gösterme imi, yani gösterendir.

Gösteren ve gösterilen birbirine sıkı sıkıya bağlıdır ve birlikte dil göstergesini oluşturur.

Konuyu basit bir örnekle somutlaştırmak gerekirse, bir varlık olarak ağacın, bütün özellikleri ile insan zihninde oluşturduğu genel bir görüntü vardır. Bu görüntü gösterilendir. Ağaç kavramını temsil etmek için kullandığımız a-ğ-a-ç ses öbeği ise bu kavramın gösterenidir. Ağaç kavramı ile ağaç sesletiminin birlikte oluşturduğu birlik ise göstergedir.

Gösterge kuramının kurucusu İsviçreli dilbilimci Saussure’ün önemle üzerinde durduğu bazı gösterge ilkeleri vardır.

Bunlardan en bilineni göstergenin nedensizliği ilkesidirÖrneğin kardeş sözcüğünün, göstereni olan k-a-r-d-e-ş ses dizilişiyle hiçbir iç bağlantısı yoktur. Felsefeciler başta kelime ile kavram arasında bir bağ olduğunu, sıradan insanların bunu göremeyeceğini, filozofların asıl yapması gerekenin gösterenle gösterilen arasındaki bu gizli bağı ortaya çıkarmak olduğunu düşünürlerdi. Oysa başka herhangi bir diziliş de ağaç veya kardeş kavramını aynı oranda temsil edebilirdi. Diller arasındaki ayrılıklar, değişik dillerin varlığı gibi gerçekler bunu kanıtlar. Örneğin ağaç gösterilenininTürkçede ağaç, İngilizcede Iree, Fransızca arbre, İtalyanca albero, Farsça dıraht, Arapça şecer olmak üzere birçok göstereni vardır.

Ancak, Saussure’ün de belirttiği gibi kimi göstergelerde görece nedenlilikten de bahsedilebilir. Örneğin yirmi nedensizdir, ama on dokuz aynı oranda nedensiz değildir. Çünkü bu on ve dokuzun birleşmesinden ortaya çıkmıştır. Aynı durum yansıma kelimeler için de geçerlidir. Ama diller arasında bu açıdan da farklar olduğu unutulmamalıdır.

İnsan dilini diğer işaret sistemlerinden ayıran bir başka önemli özellik de üretken olmasıdır. Yeni ihtiyaçlara cevap verebilmek için gerektiğinde bir dilde yeni ifade biçimleri, yeni anlamlar türetilebilir. Bilgisayar teknolojisiyle ilgili son birkaç yılda ortaya çıkan kelimeler konuya örnek olabilir. Ancak üretkenlik sanıldığı gibi sadece kelimelerle sınırlı değildirDiller ihtiyaç halinde yeni ses, biçim, söz dizimi kalıpları da geliştirebilmektedirler. Ayrıca bir ana dili konuşurunun, kendi ana dilinde daha önce hiç kimsenin kullanmadığı bir kelimeyi türetebilmesi, hiç kurulmamış bir cümleyi kurabilmesi mümkündür. Bu, daha küçük yaşlarda bile gözlenebilen bir durumdur. Örnek olarak mısır patlatma makinesi yerine patırgaç, kasık yerine döndürek, düdük yerine öttüreksözcüklerini üreten çocuklar gözlenmiştir.

Dil değişkendir, bütün doğal diller çeşitli nedenlere bağlı olarak sürekli bir değişim içindedir.
Türkçe bütün doğal diller gibi sürekli biçimde değişmekte, gelişmektedir. Türkçenin bilinen ilk metinleri bugün ancak belli bir eğitim sonucu anlaşılabilecek durumdadır. Ancak değişkenlik sadece tarihle sınırlı değildir. Günümüzde de Türkçede çok sayıda çeşitlenme vardır. Değişme, konuşma dilinde yazı diline oranla daha hızlı olur. Yazı dillerinde “görece doğru” biçimler bir kere belirlendikten sonra, bu “doğru” biçimlerle eğitim alan nesiller, yazı dilinde değişiklik olmasından hoşlanmazlar. Oysa konuşma dili sürekli bir değişim içindedir. Yazı dilinin durağan, konuşma dilinin ise dinamik olması nedeniyle zamanla yazımla söyleyiş arasındaki uçurum büyür ve yazı dilinde reform yapma ihtiyacı ortaya çıkar. Türkçe yazı dili olarak oldukça yeni sayılır. Ancak buna rağmen söyleyişle yazım arasında önemli farklar ortaya çıkmıştır. Bu farklar zaman zaman bozulma olarak da algılanabilmektedir. Ancak bu her dilde görülen bir gelişmedir ve dillerde bozulma olarak adlandırılamaz.
DİL , KAVRAMLARI BELİRTEN GÖSTERGELER DİZGESİDİR. www.edebiyatogretmeni.net


GÖSTERGE NEDİR? <ul><li>BİR  BAŞKA  ŞEYİN  YERİNİ ALABİLMESİNİ  SAĞLAYAN ÖZELLİKLER  TAŞIDIĞINDAN  KENDİ DIŞINDA BİR NESNE...


GÖSTERGEBİLİM <ul><li>GÖSTERGELERİN  </li></ul><ul><li>TOPLUM İÇİNDEKİ YAŞAMINI İNCELEYEN BİLİM. </li></ul><ul><li>-------...


- <ul><li>BU RESİMLERİ GÖRDÜĞÜNÜZDE AKLINIZA İLK GELENLER NEDİR? </li></ul>


ŞUNLAR MI? <ul><li>EYFEL KULESİ-PARİS </li></ul><ul><li>İNEK </li></ul><ul><li>HAVA ALANI </li></ul>


GÖSTEREN - GÖSTERİLEN EYFEL KULESİ GEZİ İNEK SÜT  BESİN HAVA ALANI YOLCULUK


GÖSTERGE ÇEŞİTLER Nitelikleri  bakımından  göstergeler Doğal göstergeler Yapay göstergeler


DOĞAL GÖSTERGELER <ul><li>Bunlar dış gerçeklikte ya  da doğada var olan bağıntılara ,  olgular arasındaki neden-sonuç iliş...



Doğal Gösterge Örnekleri <ul><li>Duman --- ateşin varlığını gösterir. </li></ul><ul><li>Bulut  --- yağmur yağacağını göste...

YAPAY GÖSTERGELER <ul><li>Belli bir anlamı aktarma , bildirişimi gerçekleştirme  amacına yönelik , toplumsal göstergelerdi...

YANSITICI GÖSTERGELER <ul><li>GERÇEĞİ ,BENZERLİK İZLENİMİ UYANDIRACAK  BİÇİMDE YANSITAN GÖSTERGELERDİR. </li></ul><ul><li>...

SAYMACA GÖSTERGELER <ul><li>Örtülü bir toplumsal anlaşmaya dayanan göstergelerdir. </li></ul><ul><li>Anlamlarını bir tür t...

http://www.slideshare.net/slayturk/gstergeler












Test

      


1. “Bu masa çok kirli.” cümlesinde “masa” sözcüğünü oluşturan “m, a, s, a” seslerinin dil bilimindeki karşılığı aşağıdakilerden hangisidir?

A) Kanal
B) Gösteren
C) İleti
D) Gönderge
E) Bağlam

 *
2. Amacı olmayan, istem dışı gelişen doğal göstergelere ...  denir. Örneğin ateşi yükselen bir çocuk öksürmeye de başlamışsa onun hastalandığını anlarız.
Bu parçada boş bırakılan yere aşağıdakilerden hangisi getirilmelidir?

A) gönderge
B) simge
C) belirtke
D) belirti
E) bağlam

 *
3. Meşhur Türkçe “Mevlid” kasidesinin şairi olan Süleyman Çelebi Bursa’da doğmuştur. Bursa’da asrının ileri gelen âlimlerinden ilim tahsil etmiştir. Resulullah Efendimize olan muhabbeti, Vesiletü’n Necat isimli Mevlid kasidesini yazmasına vesile olmuştur.
Bu parçada dil hangi işlevde kullanılmıştır?

A) Göndergesel işlev
B) Heyecana bağlı işlev
C) Alıcıyı harekete geçirme işlevi
D) Şiirsel işlev
E) Kanalı kontrol işlevi

*

4. Aşağıdakilerden hangisi göstergeye örnek olamaz?

A) Tıp merkezlerinde sus işareti yapan hemşirenin resmi, orada sessiz olunması gerektiğinin göstergesidir.
B) Bir ülkenin bayrağı, o ülkenin bağımsızlığının göstergesidir.
C) Elektrik trafosunun üzerindeki kuru kafa, oranın tehlikeli olduğunun göstergesidir.
D) Trafik lambasında yanan kırmızı ışık, araçların durması gerektiğinin göstergesidir.
E) Bir dilin yabancı dillerden sözcük alması o kültürün bağımsızlığının en önemli göstergesidir.

*

5. “Adalet Bakanlığı” amblemindeki terazi resmi, aşağıdaki göstergelerden hangisidir?

A) İkon
B) Belirti
C) Simge
D) Belirtke
E) Gösteren

*

6. Müdür Bey, öğretmenler odasında yaptığı toplantıda bazı olumsuzlukların yaşandığını belirterek öğretmenleri uyarır. Öğretmenlerden bazıları bu uyarıyı dikkate almazken, bazıları uyarının kendileri için yapıldığını düşünür.
Aynı gönderici tarafından gönderilen iletinin alıcılar tarafından farklı anlam çerçeveleri oluşturmaları iletişimin unsurlarından hangisiyle açıklanabilir?

A) Kod
B) Gösterge
C) İleti
D) Gönderge
E) Bağlam

*

7. Bir duygusunu, düşüncesini, gereksinimini iletmek isteyen kişi ya da kuruma ne ad verilir?

A) Alıcı
B) Kod
C) İleti
D) Gönderici
E) Kanal

*

8. Ses yolunda çeşitli noktalarda boğumlandırılarak çıkarılan birtakım işlenmiş seslere dayalı, insana özgü ortaklaşa kullanılan gelişmiş iletişim sistemine ..... denir.
Bu parçada boş bırakılan yere aşağıdakilerden hangisi getirilmelidir?

A) şive
B) dil  
C) ileti
D) lehçe         
E) gösterge

*

9. Şehirlerarası yolculuğa çıkan biri, gezip gördüğü yerleri videoya çeker. Daha sonra bunları ailesine gösterir.
Bu iletişimde “video” iletişim unsurlarından hangisidir?

A) Kod
B) Gönderge
C) Kanal         
D) Simge
E) Bağlam

*

10. Aşağıdakilerden hangisi doğal bir gösterge değildir?
A) Güneşin batması
B) Karın yağması
C) Meyvelerin olgunlaşması
D) Büyüklere saygı gösterilmesi
E) Bazı akarsuların kuruması

*

11. Bir binanın acil çıkış için gösterilen işaretleri, aşağıdakilerden hangisini karşılar?
A) Belirti
B) Simge
C) Kanal
D) Görsel gösterge
E) Belirtke

*

12. I. İsimleri niteleyen ya da belirten sözcüklere sıfat denir.
II. Doğu Karadeniz en çok yağış alan bölümdür.
III. Çekim eklerini, defterinize yazarak en kısa sürede ezberleyiniz.
IV. Bu konu ile ilgili söylediklerimi yeterince anlayabildiniz mi?

Yukarıdaki cümlelerde dilin aşağıdaki işlevlerinden hangisinin örneği yoktur?
A) Kanalı kontrol işlevi
B) Dil ötesi işlevi
C) Göndergesel işlevi
D) Alıcıyı harekete geçirme işlevi
E) Şiirsel işlevi
*
13. Bir annenin sürekli öksüren ve ateşi yükselen çocuğunun hasta olduğunu düşünmesi, aşağıdakilerin hangisini değerlendirmesine bağlıdır?

A. İkon

B. Gösterilen

C. Simge

D. Belirti

E. Belirtke

*
Bir öğrenci, matematik öğretmenine ödevini yapmadığını söylediğinde farklı, rehberlik öğretmenine söylediğinde farklı tepki almıştır.

14.. Buna göre aynı iletinin aynı gönderici tarafından gönderilmesine rağmen değişik anlam çerçevelerinin oluşması aşağıdakilerin hangisinden kaynaklanmaktadır?

A. Bağlam

B. Gönderme

C. Belirti

D. Dil göstergesi

E. Simge

*
Bir futbol maçında hakemlerin oyunculara kırmızı ya da sarı kart göstermesi bir-----olarak değerlendirilmelidir.

15.. Yukarıdaki açıklamada boş bırakılan yere, aşağıdakilerden hangisi getirilmelidir?

A. İkon

B. Dil göstergesi

C. Simge

D. Belirtke

E. Jargon

*

Cevap anahtarı:

1-B,  2-D,  3-A,  4-E,  5-C,  6-E,  7-D,  8-B,  9-C,  10-D,  11-E,  12-E , 13.D, 14.A, 15.D,

http://www.edebiyatogretmeni.org/iletisim-dil-ve-kultur-test-1/ 
http://www.sorucenneti.net/9-sinif-dil-ve-anlatim/iletisim-dil-ve-kultur-test-sorulari.html
ve diğer siteler...





Ek okuma


















GÖSTERGEBİLİM


Bahar Derviş Cemaloğlu

1. 1. GÖSTERGEBİLİMİN TANIMI

Göstergebilim (semiotics, semiology) 1 , en genel ve en bilinen tanımıyla göstergeleri ve gösterge dizgelerini inceleyen bilimdir. Ancak bu tanım, göstergebilimin ele aldığı konuya göre yapılmış bir tanımdır.

Göstergebilimi kullandığı metoda göre de tanımlayabiliriz. Buna göre

göstergebilim, dilbilimsel metotları nesnelere uygulayan, her şeyi (oyunlar, jestler, yüz ifadeleri, dini ayinler, edebiyat eserleri, müzik parçaları…) dille tasvir etmeye ve dilsel olmayan bütün olguları da dil metaforuna dönüştürerek açıklamaya çalışan bir bilimdir.

Göstergebilimin temel konusunu oluşturan “gösterge”yi (sign) anlamadan göstergebilimi anlamak imkansızdır.

Gösterge, “genel olarak bir başka şeyin yerini alabilecek nitelikte olduğundan kendi dışında bir şey gösteren her türlü nesne, varlık ya da olgu”2 dur. Daha geniş bir tanımla, gösterge, insanların bir topluluk yaşamı içinde birbirleriyle anlaşmak amacıyla yarattıkları ve kullandıkları doğal diller (Türkçe, İngilizce, Fransızca vb.), çeşitli jestler (el, kol, baş hareketleri), sağır-dilsiz alfabesi, trafik işaretleri, bazı meslek gruplarında kullanılan flamalar, reklam afişleri, moda, mimarlık düzenlemeleri, yazın, resim, müzik gibi çeşitli birimlerden oluşan ve ses, yazı, görüntü, hareket gibi gereçler vasıtasıyla gerçekleşen dizgelerin oluşturduğu anlamlı bütünün birimleridir. Mesela bir tablodaki bir renk öğesi ya da bir figür bir gösterge olarak değerlendirilebileceği gibi, bir yazınsal yapıtta bir kahramanın amacı ya da davranışı, veya moda açısından bir bluz, bir etek, bir kazak vb. çevresindeki öbür birimlerle ilişkiye girmiş bir gösterge olarak değerlendirilebilir.3 Sonuçta göstergebilim, sadece dilsel göstergeleri değil, temsilî olan ve anlamlı bir bütün oluşturan her şeyi inceler.4 Bütün bu göstergeleri de dört şekilde inceleyebilir:

Öznel bir gösterge türü olarak göstergeleri  araştırır, göstergelerin anlamını araştırır, göstergelerin kullanımı üzerinde odaklanır, göstergelerin etkileri üzerinde odaklanır.5 Göstergebilimin gösterge ve gösterge dizgelerini incelediği üzerinde bütün araştırmacılar mutabıktır ancak göstergebilimin bir bilim olup olmadığı konusunda tartışmalar vardır.

Charles Morris, göstergebilimi “göstergelerin bilimi” diye tanımlarken6 , bazı araştırmacılar henüz bir yöntem birliği oluşmadığı ve çoğunluk tarafından kabul görmüş teorik modelleri ya da deneysel metodolojileri bulunmadığı için göstergebilimi kendi içinde bir bilim değil, bilimlerarası bir inceleme yöntemi, bilimsel bir tasarı ve henüz gelişimini tamamlamamış bir yaklaşım olarak görürler.7 Zira göstergebilim kuramcıları hâlâ göstergebilimin alanını ve genel ilkelerini saptamaya çalışmaktadır.

2. 2. GÖSTERGEBİLİMİN TARİHÇESİ

Göstergebilimin kuruluşu 20.yy’da gerçekleşmekle birlikte, göstergelerin anlamları üzerine antik çağdan beri çeşitli görüşler ileri sürülmüştür. İnsan düşüncesinin ve bildirişimin (communication) göstergeler aracılığıyla işlediği fikri çeşitli filozoflar tarafından çok eski çağlarda dile getirilmiştir.
Sofist filozof Prodicus, uygun seçilmiş kelimelerin etkili bir bildirişim için şart olduğunu savunmuştur.
Platon, kelimelerin evrensel ve objektif anlamlara sahip olduğunu belirterek, dilsel göstergenin nedensiz olduğunu ortaya koymuştur. Platon’a göre bir şeye hangi ismi verirseniz verin doğrudur; verdiğiniz ismi değiştirip başka bir isim verirseniz o da doğrudur.
Aristo ve Augustine ise dilsel göstergenin bir “araç” olarak önemi üzerinde durmuştur çünkü onlara göre insanın ilerlemesi ve bilgi bu şekilde oluşmaktadır.8
Stoacı filozoflar, gösteren ile gösterilen arasındaki karşıtlıktan söz ederek, bir göstergeler öğretisi oluşturma yolunda adım atmışlardır.9
Orta çağa gelindiğinde, skolastik felsefeciler döneminde anlamlama biçimleriyle ilgili çok sayıda kitap yazıldığı, biçim ve içerik arasındaki ilişkinin ortaya çıkarılmaya çalışıldığı görülür.10 Özellikle Roger Bacon’ın (1214-1293) daha sistemli fikirler öne sürdüğü söylenebilir.
Bacon, “De Signis” (1267) isimli eserinde tabiî göstergeleri (dumanın ateşe delalet etmesi gibi), dilsel ve dilsel olmayan göstergelerden ayırdı. Üçlü bir göstergebilimsel model ortaya attı ve bu modelde gösterge (sign), bu göstergenin gönderimi (reference) ve bunu yorumlayan kişi (human interpreter) arasındaki bağıntıyı betimledi. Bacon’un bu üçlü modeli, hâlâ modern göstergebilim araştırmalarında temel bir fikir olarak yer almaktadır.
Bacon’dan sonra John Poinsot (1589-1644) bu üçlü modeli dikkatle inceledi ve “Tractatus de Signis” (1612) isimli eserinde temel bir göstergeler bilimi öne sürdü.11
Göstergebilime adını veren ilk kişi ise İngiliz filozof John Locke (1632-1704) olmuştur. Locke, “An Essay Concerning Human Understanding” (1690; İnsanın Anlama Yetisi Üzerine Bir Deneme) isimli eserinde ilk kez “semeiotike” terimini kullanarak “göstergeler öğretisi” (doctrine of signs) olarak nitelediği semiyotiğin, bilimin üç temel branşından biri olması gerektiğini öne sürdü.12 Locke’a göre bu göstergeler öğretisinin amacı, zihnin şeyleri anlamak ya da bilgilerini başkalarına anlatmak için kullandığı göstergelerin niteliğini incelemektir.
Locke’un bu önemli eserinden etkilenen Fransız matematikçi J.H. Lambert ise göstergeler öğretisinin Locke’dan sonraki en önemli temsilcilerinden biri olmuştur. Lambert, iki ciltten oluşan Neues Organon (1764; Yeni Organon) adlı yapıtının her iki cildini kendi içinde iki bölüme ayırır ve toplam olarak dört ayrı bilim dalını ele alır: Dianoioloji (mantık yöntemi); aletioloji (metafizik dersi); semiyotik (genel dilbilgisi dersi); fenomenoloji (gerçeği gerçek gibi görünenden ayıran yöntem). J.H. Lambert, “Semiyotik” bölümünde düşüncelerin ve nesnelerin adlandırılmasıyla, belirtilmesiyle ilgili bir öğreti geliştirir. Daha çok dilsel göstergeler üstünde durmakla birlikte öbür gösterge türlerine de değinir. Bunlar arasında müzik, koreografi, arma, amblem, törenler vb. yer alır.13
Locke ve Lambert’den sonra Hoene-Wronski, B. Bolzano, E. Husserl gibi filozoflar ve araştırmacılar dilsel ve dilsel olmayan göstergeler konusunda incelemeler yaptılar. Daha çok dil felsefesi kapsamında ele alınan “semiyotik”in bu ilk dönemi, çağdaş göstergebilimin de temelini oluşturmuştur.
Çağdaş göstergebilimin kuruluş temelleri 20.yy’ın başlarında atılmaya başlamıştır. Amerikalı filozof Charles Sanders Peirce (1839-1914) ve İsviçreli dilbilimci Ferdinand de Saussure (1857-1913) neredeyse eşzamanlı olarak, birbirlerinden habersiz şekilde çağdaş göstergebilimin temellerini atmışlardır.
Mantıkçı ve aynı zamanda pragmatizmin kurucusu olan C. Peirce “semeiotic” terimini kullanarak genel bir göstergeler kuramı tasarlamıştır. Peirce’e göre geniş anlamıyla mantık, “semiyotik”e eşittir ve tenkidî mantık, semiyotiğin üç  ana bölümünden biridir. Tenkidî mantık dışında kalan diğer iki bölüm ise nazarî gramer ve nazarî retoriktir. Mantıksal kökenli bir göstergebilim anlayışını savunan Peirce, göstergelerin mantıksal işlevi üzerinde durmuş ve göstergebilimsel olguları eksiksiz bir şekilde sınıflandırmak amacıyla üçlülere dayalı, altmış altı sınıflı bir göstergeler sistemi oluşturmuştur. Peirce’ün bu sınıflandırmasında en temel olan ve en çok gönderme yapılanı göstergeleri nesneleri açısından varlıksal bağıntı, benzerlik ya da saymacalık içermelerine göre belirti (indices), görüntüsel gösterge (icon) ve simge (symbol) olarak üçe ayırdığı tasniftir.14 Peirce’e göre
görüntüsel gösterge, belirttiği şeyi doğrudan doğruya temsil eder, canlandırır. Mesela geometrik bir çizgiyi canlandıran, kurşunkalemle çizilmiş bir çizgi ya da bir fotoğraf buna örnektir.
Belirti, nesnesi ortadan kalktığında kendisini gösterge yapan özelliği hemen yitirecek olan ama yorumlayan bulunmadığında bu  özelliği yitirmeyecek olan göstergedir. Mesela içinde ateş edilmiş olabileceğini gösteren bir kurşun deliğinin bulunduğu bir mulaj buna örnektir. Eğer ateş edilmemiş olsaydı, delik olmayacaktı. Ama herhangi biri bunu ateş edilmiş olmasına bağlasın ya da bağlamasın, burada bir delik vardır. Yani belirti, iki öğe arasındaki gerçek bir çağrışıma dayanır.
Simge ise yorumlayan olmasaydı kendisini gösterge yapan özelliği yitirecek olan bir göstergedir. Bir başka deyişle simge, insanlar arasında bir uzlaşmaya dayanan bir göstergedir. Mesela doğal dillerdeki sözcükler, uzlaşmaya dayalı birer simgedir; çünkü bir sözcük, belirttiği şeyi yalnızca bu anlama geldiğini anlamamız sayesinde belirtmiş olur.15
Göstergebilimin bağımsız bir bilim dalı olmasını sağlayan Peirce görüşlerini bu şekilde sistemleştirirken, İsviçreli dilbilimci Ferdinand de Saussure, ölümünden sonra öğrencileri tarafından kitap haline getirilen “Cours de linguistique générale” (1916; Genel Dilbilim Dersleri)de “sémiologie” adı altında tasarladığı bilimin tanımını yapar:
Göstergelerin toplum içindeki yaşamını inceleyecek bir bilim tasarlanabilir; bu bilim toplumsal ruhbilimin bir bölümünü oluşturacaktır. Biz bu bilimi göstergebilim (sémiologie) olarak adlandıracağız. Göstergebilim, bize göstergelerin ne gibi özellikler içerdiğini, hangi yasalara bağlı olduğunu öğretecektir. Henüz böyle bir bilim var olmadığından, onun nasıl bir şey olacağını söyleyemeyiz ama kurulması gereklidir, yeri de önceden belirlenmiştir. Dilbilim, bu genel bilimin bir bölümünden başka bir şey değildir.”16

Görüldüğü gibi Peirce’ün göstergelerin mantıksal işlevini vurgulamasına karşın, Saussure göstergelerin toplumsal işlevi üzerinde durur.

Ayrıca Peirce göstergeyi yorumlayan (interpretant), nesne (object) ve gösterge (representatum)den oluşan üçlü bir model şeklinde açıklarken, Saussure yaklaşımını gösteren (signifiant) ve gösterilenden (signifié) oluşan ikili bir model üzerine kurmuştur. Aslında iki araştırmacının tasnifi de birbirine benzer; Peirce’ün “representatum”u Saussure’ün gösterenine karşılık gelir ancak Peirce, Saussure’den farklı olarak gösterileni nesne (object) ve yorumlayan (interpretant) olarak iki parçaya ayırır.17
Modern dilbilimin babası sayılan Saussure, 19.yy’ın artsüremli (diachronique) anlayışının tersine, dilin eşsüremli (synchronique) bir kesit içinde incelenmesi gerektiği savunmuş ve görüşleriyle yapısalcılığın da en büyük öncüsü olmuştur.

Dilin iç gerçekliğinin ele alınmasını öneren ve dil/söz (langue/parole), artsürem/eşsürem (diachronie/synchronie) ayrımlarının yapılmasını zorunlu gören Saussure, bireysel nitelikli sözden ziyade toplumsal nitelikli dil üzerinde odaklanmıştır.18
Saussure geleneğini benimsemiş göstergebilimciler de bu görüşten hareketle, bir göstergebilimsel dizgenin belirli edimler ya da pratikleri yerine daha çok bir bütün olarak o dizgenin altında yatan yapıları ve kuralları üzerinde durmuşlardır.
Saussure’ün dizgeye eşsüremli bir yöntemle yaklaşması, yapısalcı kültür kuramcılarını da etkilemiş ve onlar da göstergebilimsel dizgeler dahilinde sosyal ve kültürel olguların işlevleri üstünde odaklanmışlardır.19
Saussure ve Peirce’ün temelini attığı ve öncülüğünü yaptığı göstergebilim, 1960’lardan sonra bağımsız bir bilim dalı haline gelmiştir. Louis Hjelmslev, Roland Barthes, Claude Lévi-Strauss, Julia Kristeva, Christian Metz, Algirdas J. Greimas ve Jean Baudrillard gibi araştırmacılar Saussure’e dayanan Avrupa geleneğini; Charles W. Morris, Ivor A. Richards, Charles K. Ogden, Umberto Eco ve Thomas Sebeok gibi araştırmacılar ise Peirce’e dayanan Amerika geleneğini benimsemiştir.

Bu araştırmacılardan “Foundations of the Theory of Signs” (1938; Göstergeler Kuramının Temelleri) isimli eseriyle dikkat çeken Charles Morris, Peirce’ün semiyotiğini davranışçılığa uygulamış ve göstergebilimi üç bölüme ayırmıştır:



  • Konuşan özne ile göstergeler arasındaki bağıntıları inceleyen edimbilim (pragmatics), 
  • gösterge ile gösterilen şey (designatum-nesneler sınıfı) arasındaki bağıntıları inceleyen anlambilim (semantics) ve 
  • göstergelerin kendi aralarındaki bağıntıları inceleyen sözdizim (syntax).20



Ayrıca Morris, üç tür göstergebilim tasarlamıştır.


  • Salt göstergebilim, göstergelerden söz etmeyi sağlayacak bir  üstdil hazırlar; 
  • betimleyici göstergebilim, belirlenmiş göstergeleri inceler; 
  • uygulamalı göstergebilim ise göstergeler bilgisini değişik amaçlarda kullanır. 21

Kopenhag dilbilim çevresinin kurucusu olan Louis Hjelmslev, Saussure’ün görüşlerini soyut, mantıksal, biçimsel ve tümdengelimli bir bakış açısından kalkarak geliştirmiş, doğal dillerin yanı sıra bütün “diller”e uygulanabilecek bir tür dilsel mantık, dil “cebir”i, salt kuramsal nitelikli bir bilim tasarlamıştır.22 Ayrıca Saussure’ün ortaya koyduğu gösteren/gösterilen karşıtlığını anlatım/içerik düzlemleriyle karşılamış ve her düzlemde de töz/biçim karşıtlığını öngörmüştür.23 Hjelmslev’e göre genel dil kuramı ya da göstergebilim, tözleri değil biçimleri araştırmalıdır.

Dilin bir oluş, bir süreç olduğunu temel ilke olarak benimseyen Hjelmslev, göstergebilimin amacının da bu sürece denk düşecek, onu belli sayıda ilkeyle çözümleyip betimleyebilecek bir dizge kurmak olduğunu söyler. Hhelmslev, dil kuramının temellerini saptadığı Omkring Sprogteoriens Grundlaeggelse (Dil Kuramının Temel İlkeleri) adlı Danca eserinin son bölümlerinde, dil dışı gösterge dizgelerini de ele alarak, mantıksal biçimselleştirmeye dayalı bir göstergebilim kuramının temellerini atmıştır. Ona göre bütün gösterge alanlarına yönelik olan göstergebilim, konudili yani inceleme konusu bilimsel olmayan bir üstdildir. Ama Hjelmslev’e göre bilimler de göstergebilimin inceleme alanına girebilir. Bu durumda bir üstgöstergebilim söz konusudur.24

Çağdaş göstergebilimin önemli bir diğer ismi olan Roland Barthes, geliştirmiş olduğu özgün yaklaşımla daha çok popüler kültür çözümlemeleri üzerinde çalışmıştır. Barthes’ın geliştirdiği yapısal çözümleme yöntemi, bildirişim amacı içermemekle birlikte anlam taşıyan çeşitli olguları (giyim, mobilya vb.) içerir. Barthes bütün bunları anlamlama (signification) kavramı aracılığıyla göstergebilime bağlar, göstergelerle ikincil gösterilenler ya da yananlam gösterilenleri arasındaki bağıntılar üzerinde durur.25 Barthes’ın “Mytologies” (1957; Çağdaş Söylenler) ismini taşıyan meşhur eseri, hâlâ günümüzdeki eleştiri kuramı üzerindeki etkisini sürdürmektedir. Barthes bu eserinde, mitleri, beraberlerinde çok geniş kültürel anlamlar taşıyan göstergeler ve baskın sınıfın ideolojik amaçlarına hizmet eden karmaşık ve iyi biçimlenmiş bildirişim dizgeleri olarak tanımlar.26 Barthes, Eléments de Sémiologie (1965; Göstergebilim İlkeleri), Introduction á L’analyse Structurale des Récits (1966; Anlatıların Yapısal Çözümlemesine Giriş), Système de la Mode (1967; Moda Dizgesi) gibi eserleriyle de göstergebilimin sağlam temeller üzerine oturmasında etkili olmuştur. Ayrıca Barthes, Saussure geleneğinin temsilcilerinden biri olmakla birlikte, Saussure’ün tersine, dilbilimin göstergebilimin bir parçası değil, göstergebilimin dilbilimin bir parçası olması gerektiğini savunmuştur.27
Litvanya kökenli Fransız dilbilimci ve göstergebilimci Algirdas-Julien Greimas, geliştirdiği yapısal anlambilim kuramıyla ve bu konuda yazdığı “Sémantique Structurale” (1966; Yapısal Anlambilim) adlı eseriyle dikkat çekmiş ve “Greimas göstergebilimi” birçok araştırmacı tarafından benimsenip uygulanmıştır. Göstergebilimin göstergelerden ziyade anlamlama dizgeleri üzerinde durması gerektiğini savunan Greimas’ın göstergebilim anlayışı oldukça geniş kapsamlıdır. Greimas’ın kurduğu göstergebilimin temeli bir yanıyla simgesel mantığa, matematiğe, Hjelmslev’in dilbilim ve göstergebilim kuramına, bir yanıyla da etnolojiye dayanır. Temelde insan ile doğa ve insan ile insan arasındaki ilişkileri incelemeyi amaçlayan Greimas, bu ilişkileri anlamlandırmaya yönelirken, katı ve değişmez kuralları olan betimleyici bir bilim dalı yaratmak yerine, tasarı biçiminde ortaya attığı bir bilimsel yaklaşımı, çevresindeki araştırmacılarla birlikte sürekli geliştirmiştir. Greimas göstergebiliminin en belirgin özelliği, kavramsal ve bilimsel açıdan bir üstdil oluşturmasıdır.28
Fransız antropolog Claude Lévi-Strauss, Saussure’ün dilbilime uyguladığı yeni yaklaşımı antropolojiye uygulamış ve Fransız yapısalcılığının önde gelen isimlerinden biri olmuştur. Lévi-Strauss, kültürün de dil gibi bir anlam düzgüsü olarak ele alınabileceğini savunmuştur.29
Bulgar asıllı Fransız göstergebilimci Julia Kristeva, göstergeçözüm ya da anlamçözüm (sémanalyse) diye tanımladığı çözümleme yöntemiyle tanınmış ve çalışmalarıyla göstergebilime başka bir boyut getirmiştir.
Dilbilimin yanı sıra mantığın, matematiğin, psikanalizin ve diyalektik maddeciliğin kavramlarından yararlanan J. Kristeva, göstergebilimi bir eleştirel bilim, ve/veya bilimin eleştirisi olarak görmüştür.

Kristeva göstergebilimsel çözümleme için önerdiği göstergeçözüm ya da anlamçözüm kavramıyla metin çözümleme anlayışını temelde psikanalize bağladığını göstermiştir. Ayrıca Kristeva, Bahtin’in “metinlerarası ilişkiler” kavramını da geliştirmiştir.30

İtalyan göstergebilimci Umberto Eco ise alımlama göstergebilimi üzerinde çalışmış ve göstergebilimin geniş bir okuyucu çevresinde tanınmasını sağlamıştır.31 Ayrıca “A Theory of Semiotics” (1976; Bir Göstergebilim Teorisi) isimli eserinde Peirce’ün önemini vurgulamıştır. Saussure, Peirce ve Jacobson’un görüşlerinden hareketle kendine özgü bir alımlama göstergebilimi geliştirmiş olan Eco çağdaş göstergebilimin gelişmesine büyük katkı sağlamıştır.

Amerikalı göstergebilimci Thomas A. Sebeok, Contributions of the Doctrine of Signs (1976; Göstergeler Öğretisinin Katkıları), The Sign and its Masters ( 1978; Gösterge ve Gösterge Ustaları), Semiotics (1979; Göstergebilim) gibi eserleriyle göstergebilime büyük katkılarda bulunmuş ve özellikle zoosemiyotik ve biosemiyotik alanında değerli çalışmalar yapmıştır.32 Göstergeyi yalnızca insana ve insan kültürüne özgü bir kavram olarak değil de bütün canlılar dünyasına ilişkin bir kavram olarak gören Sebeok’un göstergebilimi bütün canlılar dünyasını kapsar.

Edebî göstergebilim, stilistik ve yapısal dilbilimle ilgilenen araştırmacı ve eleştirmen Michael Riffaterre, yaptığı çalışmalarla dikkat çekmiştir. Özellikle Semiotics of Poetry (1978; Şiirin Göstergebilimi) ve La Production du Texte (1979; Metnin Üretimi) isimli eserlerinde metinlerdeki, özellikle de şiirdeki anlamların üretilişinde devingenliği araştırdı.

Bir şiirin bize bir şey söyleyip bir başka şey belirttiğini vurgulayan Riffaterre, bu ayrımın bir şiirsel metnin kendi anlamını üretiş biçimiyle açıklanması gerektiğine inanır. Ayrıca şiirin okunmasını belirleyen değişik algılama, alılmama biçimlerini ele alırken, okurların bir metni kendi kültürlerinin açılımlarıyla alımlaması üstünde durur. Buna bağlı olarak da metinlerarası ilişkileri değerlendirir. Şiiri her zaman için bir motif üstüne bir çeşitleme, bir sözcüğün ya da bir tümcenin bir metne dönüştürülmesi ya da metinlerin daha geniş bir bütüne dönüştürülmesi olarak gören Riffaterre’in göstergebilimsel çözümleme anlayışında bu açıdan metinlerarasılık kavramı geniş yer tutmaktadır.33

Göstergebilimin kurulmasında Saussure ve Peirce’ün dışında Rus Biçimcilerinin katkısını da belirtmek gerekir. Rus Biçimcileri özellikle anlatı yapıları, düzyazı ve şiir kuramı ilgili çözümlemeleriyle çağdaş göstergebilimin gelişmesini sağlamışlardır. Özellikle Vladimir Propp, Rus halk masallarını incelediği “Morfolojiya Skazki” (1928; Masalın Biçimbilimi) isimli eserinde, bir bütündeki birimleri teker teker ve birbirinden bağımsız olarak ele almak yerine, bunları, içinde yer aldıkları dizgede bulunan öteki öğelerle ilişkileri açısından ele almak gerektiğini savunmuştur. Propp, bundan hareketle, incelediği olağanüstü Rus halk masallarında 31 temel işlev belirlemiştir. Böylece masalların görünüşteki çok çeşitliliği altında, değişmeyen ortak bir yapı olduğunu kanıtlamıştır. 34 Rus asıllı Amerikalı bilim adamı Roman Jacobson, hem Rus Biçimcileri arasında yer almış, hem Prag Dilbilim Çevresi’nin kurulmasına katkıda bulunmuş, hem de Avrupa’da ve Amerika’da dilbilim, göstergebilim ve edebiyat biliminin gelişmesini uzun yıllar etkilemiş çok yönlü bir bilim adamıdır.

Edebiyatı ayrı bir inceleme konusu olarak ele alan ve bu konuyu bilimsel kavram ve ilkelerle incelemek gerektiğini belirten R. Jacobson edebiyatı bir dil olayı olarak görür ve başta şiir olmak üzere çeşitli edebî ve sanatsal ürünleri inceler.35

Edebî eleştiri, edebiyat bilimi ve edebiyat sosyolojisiyle ilgilenen Mihail Bahtin, yazılarında diyalog kuramı, parodi kuramı, romanda uzam ve zaman sorunları, metinlerarası ilişkiler üstüne görüşlerini dile getirir. Bahtin, özellikle metinleri açıklamada başvurduğu “diyalojizm” kavramıyla ilgi uyandırmıştır. 1960’lı yıllarda Fransa’da başta Julia Kristeva’nın etkisiyle “metinlerarası ilişkiler” (intertextuality) kavramıyla karşılanan diyalojizm, insanlararası bir karşılıklı etkileşim ve söyleşim olgusunun varlığını belirtir. Bahtin, söylemlerin ya da metinlerin tarihsel, toplumsal, kültürel geçmişleri ve çevreleriyle birlikte ele alınması gerektiğine inanır. Böylece bir metnin hem kendinden önceki metinlerle, hem de bu metni okuyanların ya da dinleyenlerin yaratacakları metinlerle çoksesli bir ilişki içinde olduğunu belirtir. Bahtin’e göre metinlerarası ilişkilerin en yoğun olduğu yazınsal tür romandır; çünkü roman bütün öbür türlerin bir birleşimidir, karşılıklı etkileşimler, söyleşimler dizgesidir.36

Önceleri Rus Biçimcilerinin, özellikle de Jacobson2un görüşlerinden, sonraları da M. Bahtin’in kavramlarından esinlenen Tzvetan Todorov, ortaya koyduğu edebiyat bilimi anlayışıyla dikkat çekmiştir. Metinleri dilbilim kategorilerinden yararlanarak inceleyecek bir anlatı çözümleme modeli geliştirmiş, ayrıca yazınsal eleştiri ve denemeleriyle de dikkat çekmiştir. Özellikle Grammaire du Décaméron (1969; Dekameron’un Grameri), Poétique de la Prose (1971; Düzyazının Yazınbilimi), Poétique (1973; Yazınbilim), Théories du Symbole gibi eserleri bu konularla ilgilidir.37

3. 3. GÖSTERGEBİLİM TÜRLERİ

 Göstergebilimin türleri konusunda henüz tam bir uzlaşmaya varılmamış olmakla birlikte, çalışmamız sırasında incelediğimiz Avrupa ve Amerika üniversitelerinin hazırlamış olduğu internet sitelerinde ortak olarak yer alan göstergebilim türlerine kısaca değinmek istiyoruz.

Genel Göstergebilim (General Semiotics), kuramsal esaslar ve disiplinlerarası bir yöntem geliştirmeye çalışır. Geliştirdiği yöntemlerin dilbilim, toplumbilim, edebiyat, mimari gibi birçok alanda uygulanmasını sağlamaya çalışan genel göstergebilim, oldukça kapsamlıdır.38

Kuramsal Göstergebilim (Theoretical Semiotics), göstergeleri kuram ve modeller şeklinde sistemleştirir; olası yapıları ve gösterge dizgelerinin işlevlerini araştırır.39

Uygulamalı Göstergebilim (Applied Semiotics), göstergebilim araştırmalarını pratiğe döker; bunları bilim, toplum, eğitim, ticaret, edebiyat vb. alanlara uygular, bu alanlardaki sorunlara yanıt bulmaya çalışır ve gerekirse yeni gösterge dizgeleri önerir.40

Betimsel Göstergebilim (Descriptive Semiotics), çeşitli gösterge olgularını araştırır ve betimler.

Karşılaştırmalı Göstergebilim (Comparative Semiotics) ise ortak yöntemsel teknikler oluşturmaya çalışır. 41

4. 4. GÖSTERGEBİLİMİN ALT DALLARI

Her geçen gün önemi biraz daha artan ve yaygınlaşan göstergebilimin alanı da gittikçe genişlemekte, alt dalları çoğalmaktadır. Biz, göstergebilimin bütün alt dallarını burada sıralamak yerine, bir kısmına kısaca değinip, tezimizin esas konusunu oluşturan yazınsal ya da edebî göstergebilim (literary semiotics) üzerinde biraz daha fazla duracağız.
Toplumsal Göstergebilim (Social Semiotics), göstergebilimsel dizgeleri ve bunları işlevlerini toplumsal boyutlarıyla ele alır.
Bilişimsel Göstergebilim (Computational Semiotics), “semiosis” sürecini bilgisayarda uygulamaya çalışır.
Tıbbî Göstergebilim (Medical Semiotics), hastaların kendi rahatsızlıklarını yani hastalığın semptomlarını nasıl betimlediklerini araştırır.
Canlı Göstergebilimi (Biosemiotics), bütün canlı sistemlerindeki bildirişimi ve anlamlamayı inceler.
Hayvan göstergebilimi (Zoosemiotics), hayvanlararası bildirişimi ve “semiosis”i araştırır.
Görsel Göstergebilim (Visual Semiotics), dilsel anlatım dışındaki şekil, grafik, fotoğraf gibi göstergeleri inceler.

Çalışmamızın çıkış noktasını oluşturan Yazınsal ya da Edebî Göstergebilim (Literary Semiotics) ise genel olarak gösterge ve bildirişim kuramlarını edebî eserlere yani “metin”lere uygulamaya ve “anlatının grameri”ni yapmaya çalışır. Bunun için de metin çözümlemesi (textual analysis), anlatı çözümlemesi (narrative analysis), yapısal çözümleme (structural analysis) ve söylem çözümlemesi (discourse analysis) gibi yöntemler kullanır.

Metin çözümlemesinde söz konusu metnin oluşturduğu dil, okuyucuya anlam ileten bir sembol ve gösterge dizgesi olarak ele alınır.42 Dolayısıyla metindeki anlam evrenine girmeye ve anlatı işlevleri ortaya koyulmaya çalışılır.43

Anlatı çözümlemesinde, anlatının dört aşamasını oluşturan eyletim (manipulation), edinç (competence), edim (performance) ve yaptırım (sanction) aşamaları ele alınarak, anlatıların genel yapıları açıklanmaya çalışılır. 44

Yapısal çözümlemede, “metin”, bir göstergeler dizgesinin ya da bir anlamlama dizgesinin söylemsel olarak gerçekleşmesi biçiminde tanımlanır ve dilbilimdekine benzer yöntemlerle betimlenir.

Söylem çözümlemesi ise metindeki sözceleme edimleri, sözceleme işlemleri ve sözcelemede “görev alanlar”ın (anlatıcılar, gözlemciler…) metin içinde canlandırılması gibi konuları el alır.45
Edebî göstergebilim, özellikle Paris Okulu’nun geliştirdiği mantıksal-matematiksel göstergebilimin kuruluşuyla 1960-1980 arası ön plana çıkmıştır. Bu dönemde uygulama alanı olarak daha çok yazın ya da edebiyat seçilmiş ve halk edebiyatı örneklerinden olan olağanüstü masallar inceleme konusu yapılmıştır.
Edebî metinler üstünde yapılan bu çözümleme çalışmalarında, bir yandan kuramsal çözümleme modeli oluşturulurken, öte yandan da edebiyatın ne olduğu, ne tür metinlere “edebî metin” dendiği, edebî diye adlandırılan metinleri öbür metin türlerinden ayıran özelliklerin neler olduğu araştırılmıştır.46

5. 5. BAŞLICA GÖSTERGEBİLİM OKULLARI

Göstergebilim adı altında yapılmış ve yapılmakta olan değişik çalışmaları şöyle bir gözden geçirdiğimiz zaman, bir değil, birkaç göstergebilim karşısında bulunduğumuzu görürüz.47 “Göstergebilimin Tarihçesi” kısmında da belirttiğimiz gibi çoğu Saussure ve Peirce geleneğinden kaynaklanmakla birlikte, göstergebilime birçok farklı yaklaşım söz konusudur. Dolayısıyla her yaklaşımın kendine has çözümleme yöntemleri, gösterge ve göstergebilim tanımları ve anlayışları vardır. Çağdaş göstergebilimin gelişimde birbirine yakın yaklaşımları benimsemiş olan göstergebilimcilerin belli bir okul oluşturduğu göze çarpar. Çalışmamızda yer verdiğimiz göstergebilim okulları aynı zamanda birer dilbilim okuludur. Dilbilim ve göstergebilim arasındaki ilişkiye “Göstergebilim ve Diğer Bilim Dalları” kısmında değineceğiz.

5.1 5.1 Kopenhag Okulu:
Danimarkalı dilbilimciler Louis Hjelmslev (1899-1966) ve Viggo Bröndal (1887-1953) tarafından kurulmuş olan yapısalcı (structuralist) ve biçimci (formalist) bir okuldur. Roman Jacobson (1896-1982) da 1939-1949 yılları arasında bu grupla işbirliği içinde olmuştur. Saussure geleneğine bağlı olan Kopenhag okulunun en önemli temsilcisi olan Hjelmslev, “glosematik” adını verdiği dilbilim kuramıyla bu alana yeni bir yaklaşım kazandırmıştır. Hjelmslev’in glosematiği hem dilsel hem de “dilsel olmayan diller”i içermektedir. Hjelmslev’in geliştirdiği kuramlar, A.J. Greimas, R. Barthes ve film kuramcısı Christian Metz gibi araştırmacıları etkilemiştir. Kopenhag okulu, gösterge dizgelerini, içinde bulundukları toplumsal bağlamı dikkate almadan inceleyen biçimci bir yaklaşımı benimsemiştir.48

 5.2 5.2 Moskova Okulu:
Moskova Dilbilim Çevresi, 1915 yılında Rus dilbilimciler Roman Jacobson (1896) ve Pjotr Bogatyrev (1893-1971) tarafından kurulmuştur. Moskova okulu, Rus Biçimciliğinin kaynağını oluşturmuştur. Bu okulun üyeleri dilin edebî kullanımlarına dilbilimsel bir yaklaşımla odaklanmışlar ve içerikten ziyade biçim, yapı, teknik gibi konular üzerinde durmuşlardır. Biçimci eleştiri, 1930’ların başında Rus hükumeti tarafından baskı altına alınınca bu grup dağılmış ve R. Jacobson Çekoslovakya’ya göç edip Prag Dilbilim Okuluna katılmıştır. Moskova okulunun biçimci anlayışı, 1960’larda göstergebilimde de ortaya çıkmıştır.49

5.3 5.3 Prag Okulu:
Prag okulu 1926 yılında Çek ve Rus dilbilimciler tarafından kurulmuş ancak “Prag okulu” terimi 1932 yılından sonra kullanılmaya başlanmıştır. Yapısalcı ve işlevselci bir anlayışı savunan dilbilimci ve göstergebilimcilerin oluşturduğu Prag okulunun üyeleri arasında Vilem Mathesius (1882-1946), Bohuslav Havranek (1893- 1987), Jan Mukarovsky (1891-1975), Nikolay Trubetzkoy (1890-1938) ve Roman Jacobson (1896-1982) vardır. Prag okulu, gösterge dizgelerinin çözümlenmesinde işlevselci bir yaklaşım benimsemiş; Saussure ve Hjelmslev’in aksine gösterge dizgelerini “bildirişim” gibi toplumsal işlevlerle bağıntılı olarak ele almıştır. Her ne kadar dilin “ayırıcı özellikleri” (distinctive features)ni tespit etmekle bilinseler de, Prag okulu üyeleri aynı zamanda kültür ve estetik üzerine de araştırmalar yapmıştır. Nazizmin ortaya çıkışıyla birlikte, bu araştırmacıların bazıları, Jacobson da dahil, A.B.D.’ye göç etmişlerdir.50

5.4 5.4 Tartu Okulu:
Moskova-Tartu okulu şeklinde de anılan bu okul, 1960’lı yıllarda, Estonya’daki Tartu Üniversitesi’nde çalışan Yuri Lotman (1922-1993) tarafından kurulmuştur. Lotman biçimci-yapısalcı geleneğe bağlı kalarak çalışmalarını sürdürmüştür. Ayrıca, bütüncü bir göstergebilimsel kültür kuramı geliştirmek amacından hareketle “kültür göstergebilimi”ni kurmuştur.51
Başlangıçta edebiyat tarihiyle ilgilenen Lotman, yapısal yöntemi benimseyerek, sanata, edebiyata, sinemaya, kısacası toplumsal kültür dizgelerine ilişkin bir göstergebilim anlayışı geliştirmiştir. Ona göre, insanlık tarihinde birbirinden bağımsız ama birbirine eşit iki kültür göstergesi vardır: Sözcük ve çizim (desen). Birinci kültür göstergelerinden dilsel sanatlar, ikincilerdense figüratif sanatlar doğmuştur. Bu iki gösterge dizgesinin iç içe geçeceği durumlar da söz konusu olabilir. Mesela bir şairin metni dilsel bir gösterge olmanın yanı sıra figüratif bir gösterge olarak da kabul edilebilir; öte yandan bir desen de figüratif olmanın yanı sıra bir şeyi anlatabilir. Lotman, bütün bu fikirleriyle Batı’da büyük ilgi uyandırmıştır.52

5.5 5.5 Paris Okulu:
Litvanya asıllı Fransız göstergebilimcisi Algirdas J. Greimas (1917- 1992) tarafından kurulan ve yapısalcı bir göstergebilim anlayışı benimsemiş olan Paris okulunun üyeleri arasında J.C. Coquet, C. Chabrol, M. Arrivé, J. Courtés ve F. Rastier gibi araştırmacılar vardır. Büyük ölçüde Hjelmslev’den etkilenmiş olan Paris okulu, anlamlamanın (signification) temel yapılarını belirlemeye çalışır. Bu okula göre, göstergebilimin tasarısı, anlamlama dizgelerinin genel bir kuramını oluşturmaktır.53 Greimas daha çok metinsel yapıların anlam çözümlemesi üzerinde odaklanmıştır ancak Paris okulu yapısal çözümleme yöntemini hareket dili, yasal söylem ve sosyal bilimler gibi kültürel olgulara da uygulayarak genişletmiştir. Bununla birlikte Paris okulu, gösterge dizgelerini toplumsal bağlam içinde ele almaktan ziyade kendi içerisinde ele alması açısından biçimseldir.54

6. 6. GÖSTERGEBİLİM ve DİĞER BİLİM DALLARI

Birçok kaynaktan beslenen göstergebilimin önemi teknolojik gelişmelerle birlikte her geçen gün artmakta ve buna bağlı olarak da çok çeşitli disiplinlerle ilişki kurmaktadır. Tarihsel olarak bakıldığında, göstergebilimin, mantık, matematik ve dilbilim gibi disiplinlerin temsilcileri tarafından ortaya atıldığı görülür. (Bkz. “Göstergebilimin Tarihçesi”)

Göstergebilim, Saussure’ün etkisi ve dilbilimin köklü bir disiplin olması nedeniyle dilbilime ve dilbilimsel kavramlara çok yakındır. “Dilbilim mi göstergebilimin bir parçasıdır yoksa göstergebilim mi dilbilimin bir parçasıdır” meselesi bir yana, her ikisi de birbiriyle yakın ilişki içindedir. Göstergebilimcilerin Saussure, Hjelmslev, Jacobson, Benveniste gibi önde gelen temsilcilerinin aynı zamanda dilbilimci olduğu görülmektedir. Saussure’ün geliştirdiği dilbilimsel modele dayanan yapısal yöntem, birçok göstergebilimci tarafından benimsenmiştir. Gerek dilsel gerekse dilsel olmayan anlamlama dizgelerini inceleyen göstergebilim, özgül anlamlama dizgeleri olan doğal dilleri de kapsamına alır.55
Dilbilimsel kavramların ve modellerin göstergebilimsel çözümlemedeki yeri yadsınamayacak ölçüdedir. Göstergebilimin mantık ve matematikle olan ilişkisi en az dilbilimle olan ilişkisi kadar önemlidir. Nitekim göstergebilimin iki temel geleneğinden birini temsil eden Peirce, mantıksal bir göstergebilim anlayışını savunmuş hatta mantıkla göstergebilimi aynı şey olarak görmüştür. (Bkz. “Göstergebilimin Tarihçesi”) Viyana mantık okulundan Rudolphe Carnap ve Polonya matematik düşünce okulundan Alfred Torski’nin de göstergebilimin bilimsel temelini oluşturmada katkıları olmuştur. Bu okullara bağlı olan göstergebilim, bir bakıma simgesel mantık ve modern matematik diliyle kendisini anlatıyordu. Greimas’ın kuramında da bunun etkisi görülmektedir.56
Antropoloji, göstergebilimin sıkça etkileşim içinde olduğu bir başka bilim dalıdır. Marcel Mauss, V. Propp, G. Dumézil, Lévi-Strauss gibi araştırmacılar, Saussure’ün görüşlerinden hareketle, göstergebilimsel çözümlemeyi kendi alanlarıyla ilgili çalışmalarda uygulamışlardır.
Göstergebilim; anlambilim (semantics), edimbilim (pragmatics) ve sözdizimi (syntax) ile de yakın ilişki içerisindedir. Hatta C. Morris, göstergebilimin bunları içerdiğini düşünmektedir. (Bkz. “Göstergebilimin Tarihçesi”)
Çağdaş göstergebilimciler göstergeleri tek başlarına değil, göstergebilimsel dizgelerin bir parçası olarak incelerler. Başka bir ifadeyle anlamın nasıl oluşturulduğunu incelerler; yani sadece bildirişimle değil, gerçekliğin (reality) oluşturulması ve sürdürülmesiyle de ilgilenirler.

Dilbilimin bir dalı olan anlambilim ile göstergebilim, göstergelerin anlamlarıyla ilgilenmeleri açısından bir ortaklık taşırlar ancak John Sturrock, anlambilimin kelimelerin ne anlama geldiğiyle ilgilendiğini, göstergebilimin ise göstergelerin nasıl anlam kazandığıyla ilgilendiğini belirterek bir ayrım yapar.57

Sonuçta dille ve toplumlar arası iletişimde kullanılan göstergelerle ilgilenen hiçbir bilim, anlam olgusunu göz ardı edemez. Yani anlamı dışarıda bırakarak, dille ilgili değerlendirme ya da çözümleme yapılamaz. Bu da bize göstergebilimin zorunlu olarak anlamı ve onu inceleyen anlambilimi içerdiğini gösterir.58

Göstergebilim, göstergelerle onları yorumlayanlar arasındaki ilişkiyi inceleyen edimbilimle de etkileşim içindedir. Dilin bağlam içindeki kullanımını açıklamaya çalışan edimbilim, özellikle anlatı çözümlemelerinde göstergebilime katkı sağlamaktadır.

Göstergeler arasındaki biçimsel ve yapısal bağıntıları inceleyen sözdizim (syntax) ise göstergebilimsel çözümlemeye tümce düzeyinde katkılar sağlamaktadır.

Teknolojinin ön planda olduğu günümüzde, bilgisayar bilimiyle göstergebilim arasında çok sıkı bir etkileşim mevcuttur. Özellikle Avusturyalı filozof Karl Popper’ın etkisiyle, bilgisayar uzmanları yapay zeka araştırmalarında ve “semiosis” sürecini bilgisayarda uygulama konusunda göstergebilimden faydalanmaktadırlar.

Bahar Derviş Cemaloğlu
-----------------------------
1 Semiology ve semiotics terimleri aynı alanı kapsamaktadır ancak Avrupalılar daha çok semiology’yi, Anglosaksonlar ise semiotics’i tercih etmektedir. 1970’li yıllardan beri Avrupalıların da semiotics terimini kullanmaya başladığı görülmektedir. Bkz. Guiraud, Pierre, Göstergebilim, İmge Yay., Ankara, 1994, s.18,19.
2 Vardar, Berke yönetiminde, Açıklamalı Dilbilim Terimleri Sözlüğü, ABC Yay., İstanbul, 1988, s.111.
3 Rifat, Mehmet, Göstergebilimin ABC’si, Simavi Yay., İstanbul, 1992, s.6.
4 Pierre Guiraud, doğal dili dilbilimin bir konusu olarak vurgular ve göstergebilimi, dilsel olmayan iletişim biçimlerinin bilimi şeklinde ele alır. Bkz. Guiraud, a.g.e. s.12.

5 On Types of Semiotic, http://www.lchc.ucsd.edu/MCA/Mail/xmcamail.1996_01.dir/0238.html
6 Chandler, D., Semiotics for Beginners, http//www.aber.ac.uk/media/Documents/S4B/sem01.html
7 A.J. Greimas, göstergebilimi,gelişimini tamamlamamış bilimsel bir tasarı ve bilimsel iççağrılı bir dal olarak görür. Bkz.Yücel, Tahsin, “Genel Göstergebilim”, Göstergebilim Tartışmaları, Multilingual Yay., İstanbul, 2001, s.9; Guiraud, Pierre, a.g.e., s.13.
9 Rifat, Mehmet, a.g.e., s.18.
10 Rifat, Mehmet, a.g.e., s.18.
11 Deely, John, Basics of Semiotics, Indiana University Press, Bloomington, 1990, ss.112,113.
12 Deely, John, a.g.e., ss.113,114.
13 Rifat, Mehmet, a.g.e., ss. 18, 19.
14 Vardar, Berke, Dilbilimin Temel Kavram ve İlkeleri, Multilingual Yay., İstanbul, 2001, s.86.
15 Rifat, Mehmet, a.g.e., ss.21,22.
16 Saussure, Ferdinand de, Genel Dilbilim Dersleri, Çev. Berke Vardar, Multilingual Yay., İstanbul, 2001, s.46.
17 Deely, John, a.g.e., s.115.
18 Vardar, Berke, a.g.e., ss. 29-31.
19 Chandler, D., Semiotics for Beginners, http//www.aber.ac.uk/media/Documents/S4B/sem01.html
20 Filizok, Rıza, Anlam Analizine Giriş, Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yay., No: 115, İzmir, 2001, s.42.
21 Rifat, Mehmet, a.g.e., s.25.
22 Vardar, Berke yönetiminde, Açıklamalı Dilbilim Terimleri Sözlüğü, ABC Yay., İstanbul, 1988, s.144.
23 Vardar, Berke yönetiminde, a.g.e., s.119.
24 Rifat, Mehmet, a.g.e., ss.27,28.
25 Vardar, Berke, Dilbilimin Temel Kavram ve İlkeleri, Multilingual Yay., İstanbul, 2001, s.88.
27 Erkman, Fatma, Göstergebilime Giriş, Alan Yay., İstanbul, 1987, s.
28. 28 Rifat, Mehmet, a.g.e., s.48.
29 De Saussure’s Structural Linguistics, http://www.heartfield.demon.co.uk/de_saussure.htm
30 Rifat, Mehmet, a.g.e., s.55, 56.
31 Rifat, Mehmet, XX. Yüzyılda Dilbilim ve Göstergebilim Kuramları 2, Om Yay., İstanbul, 2000, s.287.
33 Rifat, Mehmet, Göstergebilimin ABC’si, Simavi Yay., İstanbul, 1992, s.34.
34 Moran, Berna, Edebiyat Kuramları ve Eleştiri, İletişim Yay., İstanbul, s.215.
35 Rifat, Mehmet, a.g.e., s.25.
36 Rifat, Mehmet, a.g.e., ss.40, 41. (1977; Simge Kuramları), Les Genres du Discours (1978; Söylemin Türleri)
37 Rifat, Mehmet, a.g.e., ss.57, 58.
43 Günay, Doğan V., Göstergebilim Yazıları, Multilingual Yay., İstanbul, 2002, s.56.
44 Günay, Doğan V., a.g.e., s.121
45 Rifat, Mehmet, XX. Yüzyılda Dilbilim ve Göstergebilim Kuramları 2, Om Yay., İstanbul, 2000, s.385.
46 Rifat, Mehmet, Göstergebilimin ABC’si, Simavi Yay., İstanbul, 1992, s.64.
47 Yücel, Tahsin, a.g.e., s.9.
48 Vardar, Berke yönetiminde, a.g.e., s.144; Chandler, Daniel, Semiotics for Beginners, Glossary of Key Terms, http://www.aber.ac.uk/media/Documents/S4B/sem-gloss.html#C
52 Rifat, Mehmet, a.g.e., s.42.
53 Rifat, Mehmet, a.g.e., s.374.
55 Vardar, Berke yönetiminde, a.g.e., s.113.
56 Günay, Doğan, a.g.e., 8, 9.
57 Chandler, D., Semiotics for Beginners, http//www.aber.ac.uk/media/Documents/S4B/sem01.html
58 Günay, Doğan, a.g.e., s.10.


*


GÜNÜMÜZ GENEL SEMİOTİK KURAMI
(İşaret Bilimi, Göstergebilim, İmbilim)
TOPLU BAKIŞ

Doç. Dr. Yalçın İZBUL
İÇİNDEKİLER
VI - Kaynakça




Göstergebilim

Gösterge bilimi veya semiyotik; göstergelerin yorumlanmasını, üretilmesini veya işaretleri anlama süreçlerini içeren bütün faktörlerin sistematik bir şekilde incelenmesine dayanan bir bilim dalıdır.

Fransızlar semiyoloji terimini kullanmışlardır.

Semiyotik disiplinlerarası bir sahadır. Anlam bilimi, dil bilimi, fonetik, mimarlık, sosyoloji, psikanaliz ve daha birçok bilim dalı ve disiplinin oluşturduğu disiplinler arası bir disiplindir. Kültürel kodlar, gelenekler ve metni anlam süreçlerine göre düzenlenmiş işaret sistemleri diye nitelenen her şey semiyotiğin inceleme alanına girmektedir. Semioloji, yapısalcılığın modeli olarak düşünülmektedir.

Semiyotik eski Yunancada işaret anlamına gelen semeîon kelimesinden gelir.

Semiyotik bugünkü anlamda ilk defa John Locke tarafından "Essays Concerning Human Understanding", (1690) başlıklı eserde kullanılmıştır.

Modern semiyotik başlıca iki kaynağa dayanır.

Bunlardan birincisi Ferdinand de Saussure’nin 1916’da yayımlanan Genel Dil Bilimi Dersleri, ikincisi ise Charles Sanders Peirce’nin yazılarıdır.

En çok tanınan temsilcileri Roland Barthes, Umberto Eco, Mihail Bahtin'dir. Roland Barthes, Charles Sanders Peirce gibi isimler bu konuda yetkin yazarlar olarak anılabilinirler.

En çok mimari, sanat ve iletişim alanlarında kullanılan gösterge bilimi, psikanalizin dayanak noktalarından biridir.

Göstergeler, kod çözme sürecinde, çözümlemeci tarafından belli bir mantık dizgesinde çözülür.



1 Gösterge biliminin genel bir tanımı
2 Gösterge biliminin ana dalları
2.1 Alt dalları
3 Göstergeler kuramının tarihçesi
3.1 Göstergeler kuramı tanimlanmasından önce görüşler
3.2 Çağdaş gösterge biliminin öncüleri
3.3 Peirce ve Saussure’den sonraki ilk gösterge bilimciler
3.4 A.J. Greimas ve Paris Gösterge Bilimi Okulu
3.5 Dil
4 Kaynaklar
5 Dıș bağlantılar

Gösterge biliminin genel bir tanımı

İnsanların birbirleriyle anlaşmak için kullandıkları doğal diller (söz gelimi, Türkçe), davranışlar, görüntüler, trafik belirtkeleri, bir kentin uzamsal düzenlenişi, bir müzik yapıtı, bir resim, bir tiyatro gösterisi, bir film, reklâm afişleri, moda, sağır-dilsiz abecesi, yazınsal yapıtlar, çeşitli bilim dilleri, tutkuların düzeni, bir ülkedeki ulaşım yollarının yapısı, kısacası bildirişim amacı taşısın taşımasın her anlamlı bütün çeşitli birimlerden oluşan bir dizgedir.

Gerçekleşme düzlemleri değişik olan bu dizgelerin birimleri de genelde, gösterge olarak adlandırılır. Yine çok genel olarak belirtecek olursak, anlamlı bütünleri, bir başka deyişle gösterge dizgelerini betimlemek, göstergelerin birbirleriyle kurdukları bağıntıları saptamak, anlamların eklemleniş biçimlerini bulmak, göstergeleri ve gösterge dizgelerini sınıflandırmak, dolayısıyla, insanla insan, insanla doğa arasındaki etkileşimi açıklamak, bu amaçla da bilgikuramsal, yöntembilimsel ve betimsel açıdan tümü kapsayıcı, tutarlı ve yalın bir kuram oluşturmak, gösterge bilimi diye adlandırılan bir bilim dalının alanına girer.



Gösterge biliminin ana dalları

Gösterge biliminin gayet genel olarak üç ana dalı bulunduğu kabul edilir. Bunlar:

Semantik : Simgeler ile onların "atıf ettikleri" veya "sembolu oldukları" gerçek nesnelerin arasındaki bağlantılar ve ilişkiler. Bu lingustik bilimde "anlam" olarak tanımlanır.

Sentaks : Formel bünyeler içinde bulunan simgeler arasındaki bağlantılar ve ilişkiler.

Pragmatik : Simgeler ve bunları kullanan kişiler üzerindeki etkileri arasındaki ilişki ve bağlantılar.

Alt dalları

Şu liste gösterge biliminin içinde pratik olarak bulunan altdalları sıralamaktadır ama bu listenin kapsamının tam olduğu iddia edilmemektedir.

Biyosemiyotik (veya biyosemiyoloji): biyoloji bilimdalı kapsamında bulunan işaretler ve kodların üretilmesi, bunlar hakkında alınan tedbirler ve bunların anlamlarının anlanmaya çalışılması süreçlerini inceleyen araştırma ve incelemeler alanıdır. Biyosemiyoloji, bilimsel biyoloji ile felsefi semiyoloji bulgularinin birleştirilmesi tesebbus edilmesinde ortaya çıkmıştır. Batı dünyasının hayat hakkındaki bilimsel görüşü yanında, hayat kavramınin içten ve değişmez bir kısmı olarak semiyotik işaret etme ve bu işaretleri tanımlanın anlanması sürecini de içerdiğinin kabul edilmesi dolayısıyla biyosemiyolojibilimsel olarak biyoloji biliminde bir paradigma değişimi olarak görülmektedir.

Kognitif semiyoloji – Kognitif bilimler tarafından, anlam ortaya çıkaratma çalışmaları hakkında geliştirilen teoriler ve metotların kullanılması ve birleştirilmesinin incelenmesidir. Deneysel ve etnografik araştırmalar ve kavramsal ve metinsel analiz de içermektedir.

Berimsel (komputasyon) semiyoloji – Bilgisayar ile insanlar arasındaki karşılıklı bağlantıların tasarimlanmasi ve incelenmesi içinde bir semiyotik olarak işaretelenme sürecinin kurulup işletimi çalışmalarını inceleme uğraşları.

Kültür semiyolojisi –

Desen yapım semiyolojisi –

Ürün semiyolojisi – Üretilen fiziksel nesnelerin tasarımlarının yapılması sırasında uygulanan işaretlerin kullanışının incelenmesi. Prof. Rune Mono tarafından İsveç Umea Üniversitesi'nden Tasarım Enstitüsü Endüstri ürünler tasarımı derslerinin verilmesi sırasında ilk defa geliştirilmiştir.

Hukuk ve semiyoloji –

Edebiyat semiyolojisi – Kritik edebiyat incelemelerinde işaretler bilimi veya semiyoloji tarafından geliştirilen kavram ve yaklaşımların kullanılması. Bu 20. yy. başlarında Ferdinand de Saussure tarafından ortaya atılan yapısalcılık yaklaşımına çok dayanmaktadır ve aynı dönemde ortaya çıkartılan biçimcilik edebiyat teorisi üzerinde çok etkisi olmuştur.

Müzik semiyolojisi –

Organizasyon semiyolojisi – Özel ve kamu sektöründe işletme organizasyonlarında enformasyonun nasıl ortaya çıktığını, nasıl işleme konulduğunu, nasıl dağıtıldığını, nasıl saklanıldığını ve nasıl kullanıldığını inceler.

Antropoloji semiyolojisi – Charles Sanders Peirce ve Roman Jakobson tarafından geliştirilip antropolojiye uygulanan semiyoloji yaklaşımı.

Mühendislik semiyolojisi – Tasarım yapımcısı mühendisler ve bu bilgi ve ürünlerin kullanıcıları arasında bilgisayar kullanarak yapılan iletişimlerin zaman içinde gelişmelerini inceler. Bu gelişmeler tasarimcıların nasıl olarak kullanıcılarain kim olduklarını anlamalari, kullanıcıların gereksimlerini ve isteklerini nasıl öğrendiklerini ve bunun nasıl istenilen ve amaca uygun bir halde yapılması gerektiğini ele alır.

Enformasyon teorisi semiyolojisi – Charles Sanders Peirce tarafından geliştirilmiş semiyoloji veya ișaretlerle ilişkiler kurallarının kullanarak işaretlerin enformasyon içeriğini inceleme yaklaşımı.

Sosyal semiyoloji – Çeşitli cemiyetler içinde konuşma, yazma, moda, enformasyonal medya ve ilanat gibi kültürel kodları içine alan cemiyetin semiyotik manzarasının incelenmesini geliştirmeye çalışır. Bu semiyotik manzara işaretlerini ayrı ayrı inceleme yanında, cemiyet içinde bunlarin sosyal anlamlarını, ideolojik etkilerini ve iktidar güçlerine bağlantılarını da inceler,

Şehirleşme semiyolojisi –şehirleşme içinde ortaya çıkan ișret ve sembollerin anlamlarını ve şehirsel cemiyet tarafından bunlarain algılanmalarını inceler. Yapısallaşmış çevrede sokaklar, meydanlar, parklar ve binalar gibi fiziksel nesneler üzerine odaklandığı gibi şehir hakkında imar planları, şehirsel planlama belgelri, resmi yapı yapma ve kullanma izinleri, emlak ilanları, yapılmamış bina planları ve halk arasında şehir kavramları hakkında konuşma konularai gibi abstre konulara da eğilmektedir.

Tiyatro semiyolojisi –Semiyolojiyi tiyatro bilimleri incelemesi icin kullanilisi. Ana teroriciler basinda Keir Elam gelmektedir.
Görsel semiyoloji – Görsel işaretlerin incelenmesi.

Göstergeler kuramının tarihçesi

Göstergeler kuramı tanimlanmasından önce görüşler

Bir başka şeyin yerini tutan, daha doğrusu, kendi dışında bir şey gösteren her çeşit biçim, nesne, olgu vb. gösterge diye adlandırılmaktadır. Bu kavram üstüne Eskiçağ’dan başlayarak çeşitli görüşler öne sürülmüş, bir göstergeler dizgesi olan dil üstüne çeşitli düşünceler ortaya atılmıştır.
Stoacılar, gösterge üstüne düşünmüşler, özdeksel nesne, özdeksel simge ve anlamı birbirinden ayırt etmişlerdir.
Ortaçağ’daki skolastik felsefe yapıtlarında da, anlamlama biçimleriyle ilgili önemli görüşler ileri sürülmüştür.

Göstergeler kuramı, XVII. ve XVIII. yy.larda, usçu ve deneyci felsefe dönemlerinde de gündeme getirildi. Genel bir dil ve anlam kuramının tasarlandığı bu dönemde J. Locke , Essay Concerning Humane Understanding ( İnsan Anlayışı Üstüne Bir Deneme) adlı yapıtında yer verir ve anlamına gelen «semeiotike» terimini kullanır.

Göstergeler kuramının Locke sonraki temsilcisi, Lambert’dir.
Lambert, Neues Organon (Yeni Organon) [1764] adlı yapıtının bir bölümünü, düşüncelerin ve nesnelerin gösterilmesiyle ilgili öğretiye (Göstergeler öğretisi, Locke ve Lambert’in etkisiyle XIX. yy.da yeniden gündeme gelir:
Özellikle, B. Bolzano’nun Wissenschaftslehre (Bilim Öğretisi) [1837] adlı yapıtıyla, E. Husserl’in 1890’da yazdığı ama ancak 1970’te yayımlanan «Zur Logik der Zeichen "Semiotiik" («Göstergelerin Mantığı Üstüne [Gösterge bilimi] başlıklı incelemesi dilsel göstergelerle ilgili gözlemler içerir.

Göstergeler kuramının ilk dönemi olarak adlandırabileceğimiz bu çalışmalarda “semiotik” sözcüğüne rastlanmaktaysa da, genel göstergeler kuramından çok, bir dil kuramının, bir dil felsefesinin geliştirildiği görülür.

Çağdaş gösterge biliminin öncüleri

Gösterge biliminin bir bilim dalına dönüşmesini sağlayan kişi Ch. S. Peirce’tür. Peirce, bütün olguları kapsayan bir göstergeler kuramı tasarlamış ve mantıkla özdeşleştirdiği bu kurama «semiotic» adını vermiştir. Peirce’e göre, gösterge bilimi ( her çeşit bilimsel inceleme için bir başvuru çerçevesi oluşturan genel bir kuramdır, Peirce, tasarladığı bu gösterge bilimi üçe ayırır: 1. salt dilbilgisi; 2. mantık; 3. salt sözbilim.

Gösterge bilimi kuramıyla ilgili yazılarını belli bir kitapta toplamamıştır Peirce Söz konusu yazılar, bilginin ölümünden yaklaşık yirmi yıl sonra Collected Papers (Bütün Yazılar) [1931-1958] adıyla yayımlanmaya başlamış ve Peirce’ün gösterge bilimi açısından değeri ancak bu yayınlardan sonra anlaşılmıştır. Yaklaşımının en belirgin özelliği, gösterge kavramı için önerdiği tanım ve sınıflandırma biçimidir. Gösterge bilimisel olguların eksiksiz bir sınıflandırmasını yapmak isteyen Peirce, sonunda üçlüklere dayalı altmış altı sınıftan oluşan bir göstergeler dizelgesi oluştur. Peirce’ün önerdiği üçlükler arasında en önemlisi de görüntüsel gösterge, belirti, simge üçlüsüdür.

Bunları şu örneklerle açıklayabiliriz: Görüntüsel gösterge, belirttiği şeyi doğrudan doğruya canlandıran bir göstergedir (resim, fotoğraf); belirti, nesnesiyle kurduğu gerçek ilişki gereği, bu nesne tarafından belirlenen bir göstergedir (duman ateşin belirtisidir); simge, uzlaşmaya dayanan bir göstergedir (terazi, adaletin simgesidir).

Bu üçlü ayrıma dayanılarak yapılmış birçok göstergebilimsel araştırma vardır. Sözgelimi, reklamcılığı ele alan araştırmaların şu tür bir sınıflandırma yaptıklarını görürüz:

1. Bir ürünün reklâmı doğrudan doğruya görüntüsü verilerek yapılabilir;
2. Bir ürünün reklamı, çeşitli toplumsal ekinsel belirtiler aracılığıyla (dayanıklılık, ucuzluk, üstünlük, vb.) yapılabilir;
3. Bir ürünün reklamı, o ürün çeşitli simgeler gösterilerek yapılabilir.
Pierce’ün getirdiği bir başka önemli ayrım da göstere , yorumlayan ve nesne üçlüsüdür.

Gösterge biliminin Avrupa’daki öncüsü ise F. de Saussure’dür. Saussure, soruna, bir felsefeci, bir mantıkçı olarak değil, bir dilbilimci olarak yaklaşır. Peirce, dil-dış gösterge dlzgelerinden kalkarak dilin bu dizgeler içindeki yerini saptarken, Saussure dilden kalkarak, başka göstergelerin işleyişini araştıracak bir bilim dalının kurulmasını öngörür. İlerde kurulmasını istediği ve toplum içindeki göstergelerin yaşamını inceleyecek olan bu bilim dalım da sémioloji terimiyle adlandırır.
Saussure’e göre, gösterge bilimi, genel göstergeler bilimi olacak, doğal dillere özgü göstergeleri inceleyen dil bilimi de gösterge bilimin bir dalı durumuna gelecektir. Saussure dilbilimi göstergebilime bağlarken, gösterge bilimi de toplumsal ruhbilimin, dolayısıyla genel ruhbilimin içine oturtur.

Peirce gösterge bilimin temelini attığına inanırken, Saussure gösterge biliminden, ilerde kurulacak bir dal diye söz eder.

Peirce ve Saussure’den sonraki ilk gösterge bilimciler

1930 yıllarında, mantıktan esinlenerek gösterge bilimi geliştirmeye çalışanlar arasında Ch. W. Morris özel bir yer tutar. Gerçekten de Peirce’ün. R. Carnap’ın ve yeni-olgucu akımın etkisinde kalan Morris, Foundations of the Theory of Signs (Göstergeler Kuramının Temelleri) [1938] ve Signs, Language and Behaviour (Göstergeler, Dil ve Davranış) [1946] adlı yapıtlarında, bütün göstergelerin genel kuramını oluşturmaya çalışır. Tasarladığı bu genel kuram içinde de üç bileşen ayırt eder:

1. Söz dizimi: Göstergelerin birleşim kurallarını araştırır;
2. Anlam bilimi: Göstergelerin anlamını inceler;
3. Edim bilimi: Göstergelerin kaynağını, kullanılışını ve etkilerini davranış çerçevesi içi inceler.

Morris’e göre, gösterge bilimi bütün insan etkinliklerinin kavranmasını sağlayan bilimsel bir temeldir.

A.B.D.’de Morris, Peirce’ün görüşlerini geliştirirken, Avrupa’da da çeşitli kuramcılar bir yandan, Saussure’ün görüşlerinden, bir yandan da mantıktan esinlenerek göstergebilime katkıda bulunmaya çalışıyorlardı.

Saussure’ün düşüncelerinden kalkan Prag Dil Bilimi Okulu üyeleri, yazınsal ve sanatsal olgulara yaklaştılar. Bu arada J. Mukarovsky de sanatı göstergebilimsel bir olgu olarak ele aldı ve estetik işlev ile bildirişim işlevini tanımladı.

Öte yandan, L. Hjelmslev, Dil Kuramının Temel İlkeleri adlı yapıtının son bölümlerinde, doğal dil dışındaki gösterge dizgelerini ele alarak, mantıksal biçimselleştirmeye dayalı tutarlı bir gösterge kuramının temellerini oluşturdu. Hjelmslev’e göre, bütün gösterge alanlarını kucaklayan gösterge bilimi konu dili (inceleme nesnesi) bilimsel olmayan bir üstdildir (bilimsel kavramlar bütünü). Ancak, bilimsel diller de gösterge bilimin inceleme alanına girebilir: Bu durumda da, Hjelmslev’e göre, bir üstgösterge bilimi söz konusudur.

Hjelmslev ayrıca, düzanlam ve yananlam kavramlarını, göstergenin iki değişik değeri olarak ortaya atar. Bilgine göre, herhangi bir sözce ilk anlamının dışında (düzanlam), daha başka anlamlar da taşıyabilir. Sözgelimi, bir konuşucunun sözleri, belli bir anlam taşırken (düzanlam), konuşma biçimi de hangi yöreden olduğunu gösterebilir (yan anlam).

Hjelmslev’in bir başka katkısı da, Saussure’ün kavramlarını yetkinleştirerek ortaya attığı anlatım ve içerik saptamasıdır. Hjelmslev, gösterge dizgelerine ilişkin olarak belirlediği bu iki düzeyi de kendi aralarında ikiye ayırır: Anlatımın tözü/anlatımın biçimi; içeriğin tözü/içeriğin biçimi.

Saussure’ün tasarısını geliştirmeyi amaçlayan bir başka dilbilimci de E. Buyssens ’tir. Buyssens, Les Langages et le discours (Diller ve Söylem) [1943] adlı yapıtında Saussure’ün temel kavramlarından esinlenerek, bildirişim amaçlı gösterge dizgelerini değerlendirmeye yönelik bazı kavram ve ayrılıklar saptar. Buyssens’e göre, gösterge bilimi, toplum yaşamı içindeki yalnızca istençli belirtileri (belirtkeler: Trafik belirtkeleri sözgelimi) inceler.

Aynı dönemlerde, başka dilbilimciler de ( Sapir, Trubetskoy, Jakobson, Benveniste özellikle dilin başka gösterge dizgeleri içindeki yerini saptamaya yönelmişlerdir. 5. 1960 yıllarından sonraki bazı göstergebilimsel yaklaşımlar.

İkinci Dünya Savaşı'ndan sonraki yıllarda, insan bilimleri alanındaki yöntemlerin gelişmesi sonucu, göstergebilimsel etkinlikler hızlandı.

196O’ tan sonra da başta Fransa, A.B.D. ve S.S.C.B. olmak üzere gösterge bilimsel araştırmaların çeşitli ülkelere yayıldığı görüldü.

S.S.C.B.’de sibernetiğin, simgesel mantığın, matematiğin ve bildirişim kuramının etkisiyle şiir, söylen, söylence vb. gibi anlamlı bütünler üstüne çalışmalar yapıldı ( J. Lothman ve Tartu Okulu).

A.B.D.’de, insan ve hayvan davranışlarını betimleyen çalışmalara başlandı. Bu çalışmaların öncüsü de Th. A. Sebeok oldu. Başlıca görüşlerini Contributions of the Doctrine of Signs (Göstergeler Öğretisinin Katkıları) [1976] The Signs and its Masters (Gösterge ve Gösterge Ustaları) [1978] Semiotics (Gösterge bilimi) [1979] adlı yapıtlarında ortaya koyan Sebeok’a göre, gösterge bilimi tarihinin üç temel dayanağı dil bilimi (Saussure), felsefe (Peirce) ve tıptır (Hippokrates).

Gösterge biliminin, bildirişim işlevi ile anlatım işlevini incelediğini belirten Sebeok, bu bilimi çeşitli alanlara ayırır: İnsanlara ilişkin göstergelerin incelenmesi; bedene iliş kin sibernetik dizgelerin incelenmesi; hayvan bildirişiminin incelenmesi.

Öte yandan Fransa’da, bilgikuramsal ve yöntemsel açıdan birbirinden değişik yaklaşımların varlığı göze çarpar. Saussure-Buyssens-A. Martinet doğrultusunda yer alan G. Mounin, L.J. Prieto ve J. Martinet gibi araştırmacılar, bildirişim amaçlı dil-dışı gösterge dizgelerini betimlemeye yönelirler: Trafik belirtkeleri, mors ve sağır-dilsiz abecesi, bazı davranışlar, diyagramlar, denizcilerin kullandıkları belirtkeler vb. Bu gösterge dizgelerinin toplum içindeki bildirişimi sağlayan dizgeler olması nedeniyle, söz konusu araştırmacıların Saussure’ün tasarısını bir açıdan yerine getirdikleri söylenebilir. Ama, öte yandan, bu dizgelere ilişkin araştırmalar Saussure’ün tasarısındaki bir başka özelliği (gösterge bilimin, dilbilimi de içine alan genel bir göstergeler bilimi olarak kurulması) yerine getirmekten uzaktır. Çünkü, bu araştırmacılarına çalışmalarında gösterge bilimi dilbilimin bir eklentisi durumuna gelmiş , dil dışı gösterge dizgelerini dilbilimsel yöntemlerle betimleyen yardımcı bir uygulayım biçimini almıştır. Bildirişim gösterge bilimi diye adlandırılan bu tür çalışmalar, çözümleyici bilimsel bir üstdil oluşturmak ve anlamları incelemek yerine, salt betimlemeyle, gösterge betimlemesiyle yetinmektedirler.

Gösterge bilimisel araştırmaların gelişmesine katkıda bulunmuş bir başka Fransız yazarı da R. Barthes’tır. Mythologies (Söylenler) [1957] Gösterge bilimi ilkeleri (1964) ve Systeme de la Mode (Moda Dizgesi) [1967] adlı yapıtlarında moda, mutfak, görüntü, vb. dizgeleri özellikle Saussure ve Hjelmslev’in görüşlerinden yararlanarak çözümlemeye girişen Barthes, sonradan yazar ve denemeci yanının ağır basması nedeniyle, gösterge biliminden giderek uzaklaşmıştır. Barthes’ın gösterge bilimi açısından getirdiği önerilerin en ünlüsü, Saussure’ün tasarısını tersine çevirerek, gösterge bilimin, dil bilimi içinde yer aldığını söylemesidir. Barthes’a göre, insanların yararlandığı her gösterge dizgesi ancak dil aracılığıyla, dil desteğiyle gerçeklik kazanır. Bu nedenle de, Barthes, gösterge dizgelerini, salt dizgeleri inceleyerek değil, bu dizgelerden söz eden söylemleri inceleyerek değerlendirmektedir.

Günümüz (1980'li yıllar) gösterge bilimcileri arasında J. Kristeva, U. Eco ve Ch. Metz de önemli bir yer tutar. Söylemleri, bireyin ruhsal özelliklerini göz önün de bulundurarak incelemeyi amaçlayan ve dili anlam üretimi ve dönüşü mü olarak ele almak isteyen Kristeva, gösterge bilimi eleştirel bir bilim ya da bilimin eleştirisi olarak görür. Eco, gösterge bilimi, ekinsel olguları gösterge dizgeleri olarak inceleyen bir bilim dalı biçiminde tanımlar. Metz ise sinema gösterge bilimine yönelir.

A.J. Greimas ve Paris Gösterge Bilimi Okulu

Gösterge bilimi kuramcıları arasında A.J. Greimas’ın apayrı bir yeri vardır; çünkü, gösterge bilimi, kendi kendine yeten, gerçekten özerk, bir bilim düzeyine yükseltmiştir. İlk çalışmalarını sözcük bilimi alanında başlatan, sonra anlambilime yönelen bilgin, l966’da yayımladığı Semantique structurale (Yapısal Anlambilim) adlı yapıtıyla, her çeşit anlamlama dizgelerinin incelemesini kapsayan genel bir anlam bilimi yöntemi oluşturdu. Bu açıdan, Greimas’ın genel anlam bilimi yöntemi, gösterge bilimi yöntemi demektir. Böylece, Greimas’ın doğrudan doğruya anlam sorunlarına yönelik bir ‘kuram oluşturduğu ortaya çıkar. Nitekim, Greimas, 1970’te Du Sens (Anlam Üstüne) adlı yapıtıyla gösterge bilimin çeşitli kuramsal düzeylerini derinleştirir. Geliştirdiği yöntemi, çevresinde oluşturduğu araştırma topluluğuyla birlikte, yazınsal söylem, sözlü yazın, görüntü, müzik, masal, bilimsel söylem, uzamsal düzenleniş, tutkular, şiir, öğretim dili, dinsel söylem, hukuk dili, gibi değişik alanlara uygularken, kuramsal aygıtını da sürekli olarak geliştirir.

Bu arada, 1976’da yayımladığı iki yapıtla gerçek bir gösterge bilimin, bir başka deyişle, bir anlamlama kuramının oluşturulduğunu kanıtlar: Maupassant ve Semiotique et Sciences sociales (Gösterge bilimi ve Toplumsal Bilimler). 1979’da J. Oourtes ile birlikte yayımladığı Semiotique. Dictionnaire raisonnd de la th du langage (Gösterge bilimi. Dil Kuramının Açıklamalı Sözlüğü) adlı yapıtıyla, 1960 yıllarında tasarladığı gösterge bilimi kuramının tümükapsayıcı, tutarlı ve yalın bir aşamaya ulaştığını da kanıtlar. Yine 1980’de E. Landowski ve başkalarıyla birlikte yayımladığı Introduction a analyse du dizcours en sciences sociales (Toplumsal Bilimlerdeki Söylem Çözümleme Giriş) adlı yapıtla da bilim dillerini inceleme aşamasını başlatır.

Greimas'in çevresinde oluşturduğu araştırma topluluğu bugün Paris Gösterge Bilimi Okulu diye de adlandırılmaktadır Bu topluluğun önde gelen araştırmacıları arasında özellikle şu kişileri sayabiliriz J. Cl. Coquet, J. Courtes E. Landowski, P. Fabbri, I. Darrautlt, M. Arrivé, J.-M. Floch,Cl. Zilberberg, F. Bastide, C. Chabrol vd. Greimas’ın ve Paris Gösterge Bilimi Okulu’nun amacı, ana çizgileriyle şöyledir:

Gösterge biliminin, anlamlı bütünlere özgü anlamsal ayrılıkları, anlamsal eklemlenişi (anlamlamayı), bir üstdil aracılığıyla yeniden üreterek açıklamayı amaçlar. Bu amaçla, salt bildirişim dizgelerini ya da göstergeleri değil, anlamlı bütünleri (anlamlama dizgeleri) ele alır. Simgesel mantıktan, matematikten, budun bilimi ve dilbilimden kaynaklanan bu anlamlama kuramının inceleme aygıtı üç aşamadan oluşur:



  • Betimsel dil;
  • Yöntembilimsel dil;
  • Bilgikuramsal dil.

Her üç aşamaya ilişkin, olarak da kavramsallaştırma ve mantıksal biçimselleştirme çabaları gerçekleştirilmiştir.

Paris Gösterge Bilimi Okulu'nun son yıllarda çalışmaları insanların gerek edimleriyle gerekse tutkularıyla birbirlerini etkileme düzenine yönelik olmuştur. İnsanlar arası ilişkilerde gerçek (doğru), yanlış, gizli, yalan gibi özellikler araştırılmış ve sınıflandırılmıştır. Ayrıca, yine son birkaç yıl içinde, istemek, bilmek, inanmak, yap yapmak, zorunda olmak gibi bireyler arası ilişkilerde önemli yer tutan ve kiplikler diye adlandırılan özelliklerin sınıflandırılmasına girişilmiştir.
Gösterge bilimi, deneysel bilimde ve Marksist teoride zımmen varolan toplumsal ilişki biçimi ve zihni çerçeve gibi konuları gösteren çeşitli alan ve disiplinleri çözümlemek suretiyle bir ötedil (metalanguage) olarak iş görür.
Kısaca belirtmek gerekirse dilbilimde nasıl çeşitli akımlar varsa gösterge biliminde de çeşitli akımlara rastlanmaktadır Bu akımlar arasında da söz konusu bilim dalını en üst aşamasına ulaştırmış kuram Greimas in öncülüğünde geliştirilmiş kuramdır.

Dil

Dil, gösterge biliminde göstergeler sistemi olarak incelenir. Yapısalcılığın kurucusu olarak Ferdinand de Saussure görülmektedir. Roman Jakobson ve Claude Levi-Strauss da önemli katkılar yapmışlardır. Yapısalcılığa karşı post yapısalcılık gelişmiştir. Michel Foucault, Jacques Derrida, Gilles Deleuze, Roland Barthes, Jacques Lacan ve Judith Butler post yapısalcılığın önemli temsilcileridir. Ayrıca Jacques Derrida yapı bozumculuğu geliştirmiştir.


Dıș bağlantılar

      Wikimedia Commons'ta Göstergebilim ile ilgili medyaları bulabilirsiniz.
Mehmet Rifat, (2009), Gösterge biliminin ABC'si İstanbul:Say Yayınları, 2009
Mehmet Rifat, (2008), 20. Yüzyılda Dil Bilimi ve Gösterge Bilimi Kuramları 1, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları

Vikipedi, özgür ansiklopedi



*
İşaret dili
Özellikle dilsiz ve ağır biçimde duyma kaybı olan kimselerin iletişimde kullandıkları kendine özgü, görsel olarak algılanan doğal dil sistemi, işaret dili olarak tanımlanmaktadır. İşaret dili sağır ve dilsizlerce “haptik” anlamı (hareket ve dokunma) el temasıyla algılayarak kullanılıyorsa, buna “taktil” işaret dili denir.
İşaret dili, mimik ve ağzın görünüşüyle mesela sessiz konuşulan kelimelerle ya da hecelerle bağlantılı olarak ve daha çok vücudun şekliyle oluşan bağlamda her şeyden önce ellerle oluşturulan toplam işaretlerden (el kol hareketleri) meydana gelir.
Tarihçesi
Amerikalı “Valeri Sutton” 15 yaşındayken 1966 yılında kişisel notları için bir sistem geliştirdi. Bu kişisel sistemi bale koreografilerini not etmek için geliştirmişti. “Valeri Sutton” Danimarka Kraliyet Balesi”nde alıştırma yapmak için 1970’de Danimarka’ya taşındı. Orada Bournville Okulu’nun unutulma tehlikesinde olan koreografilerini kaydetmek için kendi dans notlarından yararlanmıştır. Bu kişisel sistemin 1973”te yayımlanması ve bale öğrenenler için “DanceWriting” Kursu (Bale vb. öğrenenler için koreografileri not alma kursu), bu not alma tekniğinin Kopenhag Üniversitesi bilim adamları tarafından okunan bir gazete makalesinde 1974 yılında tanınmasını sağlamıştır. İşaret diline yönelik “MovementWriting”in (Hareketlerin yazılması) daha ileri düzeyde çalışılması teşviki, Antropolog Dr. Rolf Kuschel’den ve Lars von der Lieth’ten gelmiştir. İlk olarak Kuschel, Güney Pasifik Okyanusu’ndaki bir adada yaşayan bazı sağır ve dilsiz insanların anlaşmak için kullandıkları işaret sistemini filme almıştır. Bu kişilerin konuştukları dili çözümleyebilmek için yazılı bir notlandırmaya ihtiyaç duyulmuştur. Dr. Rolf Kuschel ve “Lars von der Lieth, Sutton’dan bu filmde gösterilen el hareketlerini not etmesini rica etmişlerdir. Bir işaret dilinin sağır ve dilsiz “bulucusunun” hareketleri yardımıyla elde ettiği bu transkripsiyon sağır ve dilsizlerin davranış dilinin modern zamanda ilk defa kayıt altına alınması olarak kabul edilebilir. Yazı sistemi başlangıçtaki “MovementWriting”ten ayrı olarak sürekli gelişmiştir ve işaretleri tanımlayan bir yazının gereksinimlerine uygun hale getirilmiştir. İşiten Danimarkalıların jestleri ve mimikleri de “SignWriting”in (İşaretlerin yazılması) simgeleri yardımıyla von der Lieth tarafından yürütülen araştırma grubunca kayıt altına alınmıştır.
Valerie Sutton 1975 ile 1979 arası Boston Konsevartuarı’nın dans bölümünde çalışmıştır. Bu esnada “New England Sign Language” (Yeni İngiltere İşaret Dili) araştırma grubuyla bir araya geldiğinde kendi “SignWriting” sistemini daha da geliştirmiştir. Duymayan yetişkinler, “National Theater of the Deaf”in (Duymayanların Ulusal Tiyatrosu) oyuncuları ilk kez 1977’de işaretler dili yazısını öğrenmişlerdir. Valerie Sutton 1979”da “National Technical Institute for the Deaf”te (İşitme Engelliler için Ulusal Teknik Enstitüsü) görev almıştır. Bu enstitü işaret dili yazısını resimlerle anlatan “Amerikan İşaret Dili”ni yayımlamıştır.
1982’in sonbaharından itibaren “SignWriter” (İşaret yazıları) çeyrek yıllık bir gazetede işaret dili yazıları isimli metinlerle yayımlanmıştır. Düzenli ve periyodik basımlardan faydalanarak hızlı ve kolay bir yazım için gerekli olanlara yetişebilmek için işaret dili yazsısı basitleştirilmiştir. Bu projeden 1984 yılında vazgeçilmiştir, çünkü bütün işaretler el ile yazılmak zorunda olduğu için masraflar bu çabalardan daha fazla olmuştur. 1986’da “SignWriter”ın bilgisayar programı yazılmış ve yayımlanmıştır.
1980’li yıllardan beri işaret yazısına ilişkin çeşit çeşit kılavuzlar ve sözlükler mevcuttur, hatta el yazısı ve kabartma yazısı da geliştirilmiştir.
İşaret yazısı 1985’ten beri gözlemlenen yazıların yerine yazılmıştır ve 1997’den bu yana İşaret yazısı resmi olarak yukarıdan aşağıya doğru bölümler halinde yazılmaktadır.
Uluslararası işaret dili “Gestuno”
Uluslararası İşaret Dili (“International Sign Language”) olarak da bilinen “Gestuno” 1951’de ilk defa “Dünya İşitme Engelliler Federasyonu”nun (“World Federation of the Deaf”) dünya çapındaki kongresi çerçevesinde ele alınan yapay bir işaret dilidir. “Gestuno” ismi İtalyancadan gelmektedir. “Gestuno”, “işaretlerden birisi” anlamını taşımaktadır.
1973’te bir komisyon uluslararası bir yapay işaret dili üzerine çalışmalar yapmıştır ve bu yapay işaret dilini standartlaştırmaya çalışmıştır. Birçok ülkede işitme engelliler tarafından anlaşılan işaretler bu komisyonda bir araya getirilmiştir. Ayrıca bu komisyon yaklaşık 1500 işaretten oluşan bir kitap yayınlamıştır. Ancak Gestuno’nun gerçek bir dil gibi somut dilbilgisel kuralları yoktur.
“Gestuno” sayesinde, farklı ülkelerden işitme engelliler bir araya geldiğinde ve kendilerine özgü işaret dilleriyle anlaşamadıklarında kullanılan uluslararası bir işaret dili gelişmiştir. “Gestuno” bugün hâlâ uluslararası işaret dili için bir referans olarak kullanılmaktadır. Birçok işitme engelli insan dört yılda bir düzenlenen duyma engellileri olimpiyatlarında ve “Dünya İşitme Engelliler Federasyonu” (World Federation of the Deaf) gibi birçok uluslararası konferanslarda uluslararası işaret dilini kullanmaktadır.
Sesli dile yönelik bağımsızlık ve tutum
İşaret dilleri bilimsel anlamda kendine özgü ve doğal diller olarak kabul görürler. İşaret dillerini aynı ülkedeki sesli dillerden temelde ayıran kendilerine özgü dilbilgisi yapıları vardır. Bu nedenle işaret dilleri sesli dile kelime kelime aktarılamaz. Sesli dile yönelik göze çarpar bir fark ise; sesli dil birbirini takip eden bilgileri zorunlu bir şekilde ardıl olarak işlerken, işaret dilleri her hareketle birkaç bilgiyi aynı anda iletebilir. Sık sık “inkorporasyon” (kabul etme) olarak adlandırılan bu kavram yeni araştırma birimlerinde bükümden sayılmaktadır ve işaret dilin önemli bir malzemesidir. İşaret dilleri ülkeden ülkeye farklılık göstermektedir. Almanca dil alanından Almanca İşaret Dili (DGS) varken Avusturya’da Avusturya İşaret Dili (ÖGS) vardır.
Farklı sesli dillerde olduğu gibi işaret dilleri de kendi aralarında benzerlik gösterir. Uluslararası işaret dili uluslararası organizasyonlarda yavaş yavaş yürürlüğe girmektedir. Oluşum aşamasındaki işaret dili nesnel açılara göre ülkelere özgü farklı el kol hareketlerinin kabul edilen anlaşma sayesinde gelişimini sürdürmektedir.
İşaret dillerini yasal olarak güvence altına alma çabaları geçmişte de vardı ve hala da devam etmektedir. İngilizce ve Māori (Maori, Yeni Zelanda yerlileri ve onların diline verilen isimdir) dilinin yanı sıra Yeni Zelanda işaret dili (NZSL) 2006’dan bu yana Yeni Zelanda’nın resmi dilidir. İsviçre’nin Kanton eyaleti, işaret dilini 27 Şubat 2005’ten beri anayasal olarak kabul etmektedir. Avusturya parlamentosu Federal Anayasa’da işaret dilini tanınmış azınlık dili olarak kabul etmiştir (Madde 8. fıkra 3).
Ağız hareketi
Ağız hareketleri işitme engellilerin ve ağır işitenlerin eğitimi alanlarında söz konusudur. Ağız hareketleri konuşma dilindeki sözcük üretiminde yüzün alt kısmının ve dudakların gerçekleştirdiği görsel olarak algılanabilen davranışlardır. İnsanların sözcük üretimi sırasında konuşma araçlarının yanı sıra ağzın dış alanının ve dudakların da her sözcükte belirli bir biçimde görevi söz konusudur. Bu durum küçük kişisel farklılıklarla da olsa birçok insanda daha az veya daha çok benzerlik göstermektedir. Dudak hareketinin bu fark edilebilir örneği prensip olarak konuşma dilinde dudak okumayı mümkün kılmaktadır.Görsel olarak görülebilen ağız hareketi dilin en küçük birimi olan “fonem”e benzetilerek İngilizcede “viseme” olarak tanımlanmaktadır.
Ağız hareketlerinin gerçekleştirilmesi ve durumu öncelikle işitme engellilerin ve ağır işitenlerin eğitimi alanlarında belirli bir dereceye kadar sistematik bir biçimde bilinçlidir. Bu durum anlaşılabilir şekilde canlandırılabilmektedir. Bu alanda dudak okumanın tipik ağız durumlarının ve ağız hareketinin sonuçlarının uygulamalı olarak gösterilmesiyle alıştırma yapılmakta ve dudak okuma eğitilmektedir.
Ağız hareketleri çoğu kez bir sözcüğün bütün şeklini tam olarak yansıtmayabilir, aksine sadece bir kısmını yansıtabilmektedir. Hatta ağız hareketleri özellikle sözcüğün bir kısmını konuşma esnasında tamamıyla kolay anlaşılabilir biçimde ve tipik ağız biçimlerinde yansıtabilmektedir. Özellikle önce gırtlağın konuşma aracı olan veya dilin pozisyonu sayesinde meydana çıkarılan sesler daha az anlaşılabilir olabilir veya hiç okunmayabilir. Bu durumda örneğin “baba” ve “mama” sözcüklerinde ağzın hareketi aynı görünmektedir.
Bunun yanı sıra bir sesin ağız hareketi kendisinden sonra söylenecek olan veya kendisinden önce söylenen (eşsöyleyiş) ses yüzünden değişmektedir. İşitme engelliler için eğitim veren okullarda öğretmenler zor sözcüklerin okunmasını kolaylaştırmak için bilinçli olarak ağız hareketini değiştirmektedirler. Bu durum şu şekilde örneklendirebilir: “L” sözcüğünün daha iyi fark edilebilmesi için dil kesici dişin iç kısmına değil de görülebilen biçimde kesici dişin alt kenarına dokundurulmaktadır. Bu davranış sesi görsel olarak sembolize etmek için gerçekleştirilmektedir. Ağız hareketleri işaret diline destek olarak da kullanılmaktadır.
İşaret dili kursları
Bir işaret dilini, duyabilen insanların da öğrenmesi mümkündür. Örneğin halk eğitim merkezlerinde ya da işaret dili kurslarında ve uygulama ve kapsam açısından bir yabancı dil öğrenmeyle kıyaslanabilir.
İşaret dili çevirmenleri
İşaret dili çevirmenleri el kol hareketi çevirmenleri değildirler. İşaret dili çevirmenleri duymayan ve duyan kimseler için her iki yönde de çeviri yaparlar. Örneğin bu, bir duymayanlar konferansında işaret dilini bilenler ve işaret diline hâkim olmayan duyan kişiler için yapılan çeviri olarak ortaya çıkar. Bir işaret dilinden diğerine ya da sesli bir dilden yerel bir işaret diline (örneğin Fransızcadan Almanya veya İsviçre İşaret diline) çeviri yapan çevirmenler vardır. İki işaret dili arasında çeviri yapan çevirmenlerin kendisi çoğunlukla duymayan kişilerdir. [2]
İşaret dili yazısı
Birçok girişim olmasına karşın işaret dili bugüne kadar günlük kullanım için güvenilir olarak yazıya dökülememiştir. Bilimsel araştırmalar için “not alma sistemleri”, örneğin “HamNoSys” (Hamburg Not Alma Sistemi) mevcuttur. Örnek olarak bu sistemler; elin biçimindeki, el duruşundaki, vücut kısmındaki, hareketi yürütmedeki gibi el kol hareketlerinin çözümlenmesiyle ve bunlara uygun düşen temsillerle çalışır. İşaret dili yazısı Osnabrück’teki “Duyma Engellileri İçin Eyalet Eğitim Merkezi”nde uygulanmıştır. Başarılı bir şekilde birinci sınıftan itibaren yürürlüğe konulmuştur. (İşaret dili yazısı: İngilizce; “SignWriting”, ilk olarak “Valeri Sutton” tarafından ve “Sutton-Movement Writing-Sistemlerinin” bir kısmı olarak geliştirilmiştir)
İşaret dili yazısı
İşaret dili yazısı, işaret dilinin dilsel işaretlerinin temsilleri için Kopenhag Üniversitesi’nin vekâletinde 1974’te “Valeri Sutton” tarafından geliştirilmiş bir sistemdir. Daha önceden, Paris’te 19. yüzyılda Fransız “Bebian” ve daha sonra İskoçya asıllı George Hutton, Nova Scotia’da (Kanada) her ikisine de “mimografi” denilen bir işaret dili yazısı taslakları üzerinde çalışmalarını tamamlamışlardır.
Duymayanlar için diğer yazı sistemleri de mevcuttur. Örneğin Willian C. Stokoe’nun “American Sign Language” (ASL – Amerikan İşaret Dili), Eshkol-Weissman’ın “Israel Sign Language” (İsrail İşaret Dili), “Alman İşaret Dili” (DGS) için “HamNoSys” (Hamburg Not Alma Sistemi) ve Hartmut Teuber’in “SignLettering” fonetik/fonem sistemi günümüzde kullanılmaktadır. İşaret dili yazısı, “MovementWriting” (Hareketlerin yazılması) üst kavramından özetlenen, hareketleri tanımlayan ve “SignWriting”in (İşaretlerin yazılması) yanı sıra “DanceWriting” (Dansların ve koreografilerin not alınmasına yönelik) ile bağlantısı olan yazılar arasından birisidir.
İşaret dili, el kol hareketleri için önemli sayılabilecek el kol hareketlerinin gösterilmesinde el biçimlerinden ve mimiklerden yararlanmaktadır. Hatta kollar, bacaklar ya da omuzlar için kesin tanımlanmış birçok kesin belirli “piktogram” adı verilen işaret sisteminden ve hareketin tanımını gösterecek farklı oklardan, yıldızlardan, dalgalardan vb. değişik ek sembollerden de yararlanmaktadır. İşaretlerin sistemsel karakterlerinden dolayı yazının tanınması görece olarak kolaydır (“piktogram” ya da “piktograf” bir eşyayı, bir objeyi, bir yeri, bir işleyişi, bir kavramı resmetme yoluyla temsil eden sembollerdir)


İşaret dili Almanya’da birkaç yerde, örneğin Osnabrück’teki “Duyma Engellileri İçin Eyalet Eğitim Merkezi”nde (Landesbildungszentrum für Hörgeschädigte in Osnabrück) duyma özürlü çocukların ders programına yerleştirilmiştir. Aynı durum Güney Nikaragua’da bir okulda da gerçekleştirilmiştir. 
*
GENEL DİL BİLİMİ
Son Güncelleme24 Haziran 2012


1. DİL NEDİR?
Ferdinand de Saussure
Dil bir kâğıda da benzetilebilir: Düşünce kâğıdın ön yüzü, ses ise arka yüzüdür. Kâğıdın ön yüzünü kestiniz mi, ister istemez arka yüzünü de kesmiş olursunuz. Dilde de durum aynı: Ne ses düşünceden ayrılabilir, ne de düşünce sesten. (Ferdinand de Saussure (1980) Genel Dilbilim Dersleri I, TDK, Yayınları, Ankara, s.105).
Dil, bir toplumun üyelerinin etkin konuşmalarıyla doldurulan bir veritabanıdır. [Aynı zamanda] her beyinde potansiyel olarak var olan ya da bireylerin bir grubunun beyninde daha özel olarak bulunan bir dil bilgisel sistemdir. Dil, herhangi bir konuşucu tarafından tamamlanmamıştır, aksine kesin biçimde ortak (kollektif) olarak vardır.
...


Edward Sapir


"Dil, yalnızca insana özgü olan; düşüncelerin, duyguların ve isteklerin, istençle (irade göstererek) üretilmiş semboller kullanarak iletilmesini sağlayan ve içgüdüsel olmayan bir yöntemdir.”

"Dil, aslında kültürel ya da sosyal bir üründür ve öyle anlaşılmalıdır."
...
Noam Chomsky
"Bir dil, her biri sonlu uzunlukta ve sonlu bir üyeler kümesinde oluşturulan (sonlu ya da sonsuz) cümleler kümesidir." 
"Dil yetisi insanlara özgü bir yetidir. Tüm insanlarda var olan ve başkalarında var olmayan, benzersiz, basit girdilerle zengin ve karmaşık dilleri ortaya çıkartabilen bir yeti. Bu şekilde gelişen dil, bizim ortak biyolojik doğamız doğrultusunda belirlenmiştir, düşünce ve kavrayışa derin bir biçimde nüfuz eder ve doğamızın temel bir bölümünü oluşturur." (Noam Chomsky (2009), Bilgi Sorunları ve Dil-Managua Dersleri, (Çeviren: Veysi Kılıç), BGST Yayınları, s. 53.)
André Martinet
"Bir dil, insan deneyiminin her toplulukta değişik biçimde, anlamsal bir içerik ve sessel bir anlatımla donanmış birimler, yani anlambirimler biçiminde ayrıştırılmasını sağlayan bir bildirişim aracıdır; bu sessel anlatım da, öz niteliği ve karşılıklı bağıntıları bir dilden öbürüne değişiklik gösteren, her dilde belli sayıda olan ayırıcı ve ardışık birimler, yani sesbirimler biçiminde eklemlenir..." 
Michael Halliday
Dil, bir ihtimaller dizisidir...

Dil, konuşucunun bilincinin iç dünyasını da içine alan gerçek dünya deneyimlerinden oluşan içeriğin ifade edilmesini sağlar. [fikri ya da kavramsal işlev]...Dil, [insanın] sosyal ilişkiler kurmasını ve bunu sürdürebilmesini sağlar. [insanlararası işlev].... Son olarak dil, kendisiyle ve kullanılan durumlardaki özelliklerle bağlantılar yapılmasını sağlar. [metinsel işlev]."
...
Muharrem Ergin
Dil, insanlar arasında anlaşmayı sağlayan tabiî bir vasıta, kendisine mahsus kanunları olan ve ancak bu kanunlar çerçevesinde gelişen canlı bir varlık, temeli bilinmeyen zamanlarda atılmış gizli antlaşmalar sistemi, seslerden örülmüş içtimaî bir müessesedir (Muharrem Ergin (1985) Türk Dil Bilgisi, İstanbul, s.3).


Bu tanımla ilgili bir eleştiri:

"Bu tanımdakı 'sosyal bir kurum', 'temeli bilinmeyen zamanlarda atılmış bir gizli antlaşmalar ve sözleşmeler sistemidir.' yargılarına katılmamak mümkün değil. Ancak dil'in 'tabii bir vasıta', yani doğal bir araç ve 'canlı bir varlık' olduğu yolundaki yargılara katılmak olanaksızdır. Çünkü dil 'doğal' değil, tam tersine yapma bir araç'tır, yapıcısı insanoğludur. Dilin 'canlı bir varlık' olduğu yargısı da geçen yüzyıl ortalarında ünlü Alman dilcisi August Scheicher tarafından oraya atılıp savunulmuş, fakat 20. yüzyıl başlarında Ferdinand de Saussure'ün ortaya çıkışı ile bütün taraftarlarını yitirmiş, eskimiş ve yanlış bir görüştür. Ayrıca, Ergin'in tanımındaki 'sosyal müessese' ve 'gizli antlaşmalar ve sözleşmeler sistemi' yargıları 'tabii bir vasıta' ve 'canlı bir varlık' yargıları ile çelişmektedir, çünkü 'sosyal bir kurum' ve 'sosyal bir antlaşma veya sözleşme sistemi' aynı zamanda 'doğal bir araç' ve 'canlı bir varlık olamaz. Sonuç olarak denilebilir ki sayın Ergin'in dil'i tanımı modern dil bilimi açısından eskimiş ve çelişkilidir, yani yanlıştır. (Talat Tekin (1994), "Dilbilim Açısından Türkçe Gramarler", Türkoloji Eleştirileri, Doruk Yayınları, s. 79-80.)


Tahsin Banguoğlu


"Dil insanların meramlarını anlatmak için kullandıkları bir sesli işaretler sistemidir. Elle, başla, gözle, kaşla işaretler yaparak da bazı duygularımızı, düşünce ve dileklerimizi anlatırız. Fakat en mükemmel anlatma (expression) vasıtamız dildir.
Konuşma (parole) kişi oğluna vergi olan ve insanı hayvandan ayıran bir yüksek işleyiştir(function). İnsan konuşma yeteneği ile doğar. Fakat dil doğuştan bilinmez. Çocuk içinde yaşadığı topluluğun dilini, anadilini (langue maternelle) uzun bir çıraklık devresi süresince öğrenir. Aslında her dil (langue) bir insanlar topluluğu arasında binyıllar boyunca gelişerek meydana gelmiş bir sosyal kurumdur." (Tahsin Banguoğlu (1986) Türkçenin Grameri, Ankara, s.9)


Tahir Nejat Gencan
Duygu, düşünce ve dileklerimizi anlatmaya yarayan işaretlerin —daha çok, ses işaretlerinin— hepsine birden dil denir... Dil, düşüncenin, —daha geniş anlamıyla içbenliğimizin — aynasıdır (Tahir Nejat Gencan (1966) Dilbilgisi, İstanbul, s.1).


Berke Vardar
Belli bir insan topluluğuna özgü, çift eklemli sesli göstergeler dizgesi. F. de Saussure'ün yaptığı ve birçok dilbilimcinin benimsediği ayrıma göre, dilyetisinin toplumsal ürünü olan dil, bu yetinin bireylerce kullanılabilmesini (bak. söz) sağlayan ve toplumca benimsenmiş olan uzlaşımsal bir düzendir. Hem gösterenlerle gösterilenlerin birleşmesiyle oluşan bir dizge, hem de bu birleşimin ürünü olan göstergelerle bunları oluşturan ve bunların oluşturduğu öğelerin işleyiş kurallaırın içeren düzenektir. 2. Bildirişim sağlamak aracı olarak kullanılan ve doğal diller dışında kalan her türlü göstergeler dizgesi, anlatım yöntemi (örn. sinama dili, arıların dili). (Berke Vardar (1998) Açıklamalı Dilbilim Terimleri Sözlüğü, İstanbul, s.75)


Fuat Bozkurt
Dil, evreni algılayış ve yansıtmanın ses, sözle göstergesidir. Evren sonsuz ve devingendir. Kişioğlu evreni bilinci ile algılar, dili ile yansıtır. Kişioğlu evreni algılama ve yansıtması ölçüsünde dili güçlüdür. Bu bakımdan dil, kişinin evrene açılan aydınılığıdır. (Fuat Bozkurt (1995) Türkiye Türkçesi, İstanbul, s.5).


Mustafa Altun
Dil, insan hayatının merkezinde yer alan ve onun kendini, evreni ve sosyal çevresini tanımasını, insanlarla iletişim kurmasını, içinde yaşadığı toplumun geçmiş birikimlerini edinmesini, geleceği tasarlamasını sağlayan, doğuştan gelen, biyolojik temelleri olan, nedensiz göstergelerden örülü sesli bir bildirişim sistemidir.
Dilin hem bireysel, hem de toplumsal yönü vardır. Beynin elektrokimyasal etkinlikleri üzerine yapılan deneysel çalışmalar da göstermiştir ki, bireysel açıdan dil, bilişsel bir süreçtir. Ancak konuşma etkinliğinin gerçekleşmesi için birden fazla insana ihtiyaç vardır. Bu yönüyle de dil etkinliği toplumsal bir süreç olarak kabul edilir. Saussure'ün "parole [söz, kişisel söz]" ve "langue [dil, toplumsal dil]", Chomsky'nin "competence [edinç, yeti, bireyin doğuştan getirdikleri, doğuştan eğilimleri]" ve "performance [edim, dil kullanımı]" terimleri dildeki bireysel ve toplumsal ayrımının bir göstergesidir.
Bilişselcilerin ifadesiyle dil etkinliğinin tümüyle bir bilişsel etkinlik olduğunu düşünmek kadar, davranışçılar gibi dili sadece sözel bir davranış olarak algılamak da kanımca dili eksik tanımlamaktır. Her iki görüşün de doğru yönleri olmasına rağmen, iki görüşün uzlaştığı ortak ve yeni bir görüşü benimsemek daha uygun olacaktır.
Daha uç noktada Steven Pinker, Ray Jackendoff gibi dili evrimsel süreçle ilişkilendiren araştırmacılar olsa da, deneysel çalışmalar onların ileri sürdükleri görüşleri tam anlamıyla doğrular nitelikte değildir(1).
Bu açıklamaları somutlaştırmak için şöyle bir örnek verilebilir: (yeni)
Türkçede 'senin, onun, sizin, onların' diyoruz da mantık gereği 'benin, bizin' diyemiyoruz. Burada da başka bir mantık işletiliyor, fonetiğin mantığı. Yani içinde yine bir mantık var. 'B' ve 'n' ünsüzlerinin çıkış noktalarından kaynaklanan çatışmayı gidermek için 'mantık' gereği, zihnimiz daha yakın olan 'm' ünsüzünü devreye sokuyor ve biz 'benim' ve 'bizim' diyiveriyoruz. Peki zihnimiz bu işlemleri nasıl gerçekleştiriyor, bunun böyle olması gerektiğini nereden biliyor? Chomsky'nin 'Evrensel Dil Bilgisi' dediği doğuştan getirdiğimiz ilkelerle bunu açıklamak mümkün. Öyleyse bu kurallar dizgesi, biyolojik doğamızın bir parçası olmalı. (yeni)
(1) Chomsky ve arkadaşları ile Pinker ve Jackendoff arasındaki dilin evrimselliğine dair farklı görüşlerin dile getirildiği iki önemli makale için bkz.:
Marc D. Hauser, Noam Chomsky, W. Tecumseh Fitch, (2002), "The Faculty of Language: What Is It, Who Has It, and How Did It Evolve", Science 22 November 2002: Vol. 298. no. 5598, s. 1569 - 1579
Steven Pinker-RayJackendoff (2009), “The Components of Language: What’s Specific To Language, and What’s Specific to Humans”, Language Universals, Morten H. Christiansen, Chris Collins, and Shimon Edelman (Ed.), Oxford Press, s. 126-151.


2. DİLİN TASARIM ÖZELLİKLERİ


İnsan iletişimi, diğer canlıların iletişim tarzlarından oldukça farklıdır. Zaman, mekân, yapı, işlev ve süreç bakımından kimi hayvanlarla iletişim benzerlikleri görülse de, ayrılan pekçok özellik vardır. Amerikalı insan bilimci ve dil bilimciCharles F. Hockett, insan iletişimini havyanlardan ayıran bu özellikleri belirlemiş ve maddeler halinde sıralamıştır  (1960:88–96, 1964:135–147, yorumlanarak ve örneklendirilerek aktarılmıştır):
2.1. Sessel-İşitsel Oluk (Vocal-Auditory Channel)
Ses, ağızdan çıkarak hava tabakasının oluşturduğu bir oluktan geçip işitme organına ulaşır. Ancak burada dilin bu özelliğinden hareketle konuşma yitimi olan insanların dilsiz oldukları gibi bir sonuç çıkarılmamalıdır.
2.2. Yayın Gönderme-Yönlendirici İşitim (Broadcast Transmission and Directional Reception)
Bir ileti işitme menzili sınırları içinde herhangi bir insan tarafından duyulabilir ve sesin çıkış kaynağı ve dinleyiciye uzaklığı kulakların yön bulma yeteneğiyle tanımlanabilir.  Ses kaynağı ile dinleyici arasındaki mesafe arttıkça, işitme kalitesinde ve algılamada düşme meydana gelebilir. Bu açıdan, yüz yüze iletişimde mesafenin yakınlığı, iletişimin kalitesini artırabilmektedir.
2.3. Hızlı Yitim (Rapid Fading)
İşitsel işaretler geçicidir. Konuşmadan saniyeler sonra kaybolurlar ve dinleyicinin elverişli olması beklenmez. Ancak teknolojik ilerleme sonucu icad edilen aygıtlar, işitsel işaretlerin kaydedilip tekrar dinlenilmesine imkân vermektedir.
2.4. Değiş-Tokuşedilebilirlik (Interchangeability)
Her zaman için konuşucu, dinleyiciyle karşılıklı yer değiştirebilirler. Konuşucu daha önce aktardığı iletileri yeniden üretebilir ve bu diğer iletilerden bağımsız olarak dinleyici tarafından anlaşılabilir.
2.5. Tam Geri Bildirimli (Complete Feedback)
Konuşucu kendi sesini duyabilir ve bu sayede konuşmasını düzelterek dinleyiciye aktarabilir. Bu, konuşma sırasında yaşanacak yanlış anlaşılmaların da önüne geçmek için önemli bir niteliktir.
2.6. Özelleştirebilirlik (Specialization)
Konuşmadaki ses dalgalarının, anlamları işaret etmekten başka bir işlevi yoktur. Daha açıklayıcı olmak bakımından “Dur!” işaretini gösteren metalden yapılmış ve boyanmış trafik levhası ile “dur” kelimesini oluşturan sesler arasında bu bağlamda işlev açısından bir benzerlik kurulabilir.
2.7. Anlamsallık (Semanticity)
Konuşma ögeleri, bildirişime katılanların paylaştığı sosyal, kültürel ve fiziksel dünyanın göndergesel ilişkileri aracılığıyla anlam taşırlar. Mesela, kitap  kelimesi, kütüphaneci, öğrenci ya da akademisyen için hem benzer, hem de ayrı anlamlar içerebilir. 
2.8. Nedensizlik (Arbitrariness)
Anlam ile işaret arasında doğal ve zorunlu bir ilişki yoktur. Dil bilimsel anlam bütünüyle sosyal uzlaşma konusudur. Yansıma kelimeleri bir ölçüde bunun dışında tutabiliriz: me sesinden melemek, hav sesinden havlamak gibi. Ancak bu kelimelerin de zamanla işaret ettikleri ilk anlamdan uzaklaştıkları düşünülürse, bu genelleştirmenin doğru olduğu söylenebilir. 
2.9. Ayrıklık (Discreteness)
Bütün konuşma, konuşmayı oluşturan ses öğelerinin sonlandırılmasıyla kesilebilir. Bilinçli olarak sesin aralıklarla telaffuz edilmesi mümkündür. Bu özellik hayvanların bağırışlarından farklılık gösterir.
2.10. Yer Değiştirilebilme (Displacement)
Konuşmacı ve dinleyici, zaman ve mekandan bağımsız olarak şeyler ve olaylar hakkında konuşabilir. Bu, insanın dil yoluyla evreni içselleştirmesi anlamını taşımaktadır.
2.11. Üretilirlik / Açıklık (Productivity/Openness)
Diller, eski konuşma öğelerinden yeni ifade biçimleri üretebilecek sonsuz bir açıklama ve anlamlandırma yeteneğine sahiptirler. 
2.12. Geleneksel Aktarım (Traditional Transmission)
Dil, içgüdüsel değildir. Eğitim ve öğretim yoluyla nesilden nesile aktarılır. Bu konuda farklı görüşler söz konusudur. Kimi dilciler dilin doğuştan olduğunu savlarken (Noam Chomsky), kimi de, dilin toplum içinde sonradan öğrenildiğini ifade etmektedir (Edward Sapir gibi)
2.13. Örüntüde İkilik (Duality of Patterning)
Dilin seslerinin kendiliğinden bir anlamı yoktur. Ancak sonsuz sayıda anlamlı ifadeler üretmek için sesler farklı biçimlerde birleştirilebilir. Mesela, gemikelimesindeki seslerle imge kelimesini de telaffuz edebilirsiniz ya da m ünsüzünün yerine z ünsüzünü getirdiğinizde gezi kelimesini de üretebilirsiniz.
2.14. Açık Uçluluk (Prevarication)
Dilsel ileti hatalı olabilir. Bu sebeple tahmin yürütebiliriz, hikâye anlatabiliriz, önerme oluşturabiliriz ve yalan söyleyebiliriz. Mesela, nitelikleri aslında uygun olmayan bir malı, uygun bir dil kullanarak alıcıyı, nitelikli bir mal olduğuna ikna edebilirsiniz.
2.15. Dönüşlülük (Reflexivity)
Dil, kendi kendisini ifade edebilir. Bu, dilin üst dil (metalanguage) işlevidir. Mesela “Dün  ağız araştırmalarıyla ilgili izlenimlerimi öğrencilerle paylaştım.” cümlesindeki ‘dün’ kelimesi zaman zarfıdır.” cümlesi gibi.
2.16. Öğrenirlik (Learnability)
Her hangi bir dilin konuşucusu diğer dilleri de öğrenebilir.Ana dili Türkçe olan bir insan İngilizce, Almanca, Fransızca vb. dilleri de sonradan öğrenebilir. Bu öğrenme, çoğunlukla ana dili gibi doğal ortamda gerçekleşmediği için daha uzun bir süreç gerektirebilir. İkinci dil edinimi adı verilen bu öğrenme ile ilgili araştırmalar, uygulamalı dil biliminde değişik yöntem ve tekniklerin ortaya çıkmasına yol açmıştır.


Kaynaklar
Dr.Mustafa Altun © 2004-2015
http://dilbilimi.net/geneldilbilimi.htm
*


DİLBİLİM NEDİR?
          


           Prof. Dr. Zeynel Kıran



En genel tanımıyla dilbilim, dil yetisinin ve doğal dillerin bilimsel incelenmesidir. Burada Öncelikle iki terimi açıklamak gerekir. Çok gerekli olmasına karşın, “dil yetisi” ile “dil” arasındaki ayrım hep unutulmuştur.
İnsan topluluklarında bireyler konuşurlar, dinlerler, konuşma aygıtıyla üretilen ses dizileri aracılığıyla duygu ve düşüncelerini birbirlerine aktarırlar. Duruma göre, her birey hem konuşucu hem de dinleyici/alıcı olabilir. Kendisine gönderilen ses dizimlerini algılar, yani onları deşifre eder, yorumlar ve yeniden üretir. Dilsel davranışlar diye adlandırdığımız bu etkinlikler (resim, jest, yazı ve diğer kodlar vb.) simgesel araçlar ya da davranışlar, genellikle dil yetisi denilen, insana özgü ve insanın bir parçası olan bir yetinin gerçekleşmesi ya da anlatımı olarak kabul edilebilir. Aslında, “dil yetisi” kavramı tümüyle kuramsaldır, insanın konuşan bir varlık olduğunu açıklamak amacıyla baş vurulan bir kavramdır. Konuşucular tarafından üretilen ses dizileri bir dilden öbürüne değişiklikler gösterir.İnsan toplulukları, dil yetisinin farklılaşmasından ortaya çıkan Türkçe, Fransızca, İngilizce, Çince gibi özel ve doğal diller geliştirmişlerdir. Kısacası dil yetisi bir iletişim aracı yardımıyla, insanlar arasındaki iletişimi sağlayan insana özgü bir yetidir. Buradaki iletişim aracı dildir: Dil, aynı dilsel topluluk üyelerinde ortak olan bir sesli göstergeler dizgesidir. Dil yetisi insanın değişmeyen ve evrensel bir özelliğidir, oysa diller her zaman özeldir ve değişirler.
Dilbilim, 1950'den sonra bir pilot-bilim rolü üstlenerek, insan bilimleri arasında ayrıcalıklı bir yer kazanmıştır. Bugün, budunbilim, toplumbilim, ruhbilim, ruh çözümlemesi dilbilimin yöntem ve terimcesinden büyük ölçüde yararlanmaktadır. Çağdaş dilbilimin bir bilim dalı olduğunu söylemek, beraberinde bir takım içermeleri de getirmektedir .Dilbilimin temel görevi, dilin
betimlemesini yapmaktır. Bu betimleme, her türlü kuralcılıktan uzak, olguların salt gözlemine dayanır. Bu anlamda, dilbilim kesin(matematiksel) bir bilimdir: Bir nesnesi, bir alanı ve bir yöntemi vardır. A. Martinet'nin deyimiyle ''bir incelemeye, olguların gözlemine dayanıp bir takım estetik ve ahlak ilkeleri adına, bu olgular arasından bir seçme yapılmasını önermekten kaçındığı zaman bilimsel denir. Bu durumda, “bilimsellik” “kuralcılığın” karşıtıdır (A. Martinet, s. 6).
Bugün artık dilbilimciler, tarih ve felsefe niteliği taşıyan araştırmalardan uzaklaşarak belli bir durum içindeki oluşumunu incelemeye yönelmişlerdir. Kısacası, dilbilim, dilin belli bir durumdaki oluşumunu inceler. Çağdaş dilbilimin getirdiği en büyük yenilik, inceleme konusunun ve alanının belirlenmesidir. Böylece, dilbilimci bütün ilgisini doğal dillerin betimlenme yollan, bu dillerin işleyişi ve yapısı konusundaki incelemelere vermiştir . 


DİLBİLİM/FİLOLOJİ AYRIMI


Genellikle, dilbilim ve filolojiden eşdeğer iki terim gibi söz edildiğine tanık oluyoruz. Oysa bunlar eşanlamlı sözcükler değildir, üstelik bu iki bilim dalı aynı bilim dallarıyla ilişkiye de girmezler. Bu ayrımın zorunlu olduğu kanısındayız, çünkü dilbilim on dokuzuncu yüzyıl sonlarına doğru gelişmesine karşın, filoloji çok daha eski, yani Rönesansla beraber gelişen ilk insan bilimlerinden biridir. Ancak on sekizinci yüzyılın sonlarına doğru filoloji bağımsız bir bilim dalı olarak ortaya çıkar. 1777 yılından başlayarak, F. A. Wollf eski metinlerin karşılaştırmalı eleştirisini yapan bir bilim dalı oluşturmuştur. Bu eleştirinin ilk amacı, eski metinlerin yorumunu yapmak ve onları yeniden oluşturmaktı. Filoloji, geçmiş uygarlıklara dönük romantik akımın etkisiyle gelişmiştir. Tüm amacı eski yazınsal yapıtları açıklamak ve aydınlatmak, aynı zamanda da bu yapıtlarda söz konusu edilen uygarlıkların, gelenek ve göreneklerin bazı özelliklerini yeniden canlandırmaktır. Bu durumda, metinleri değil de, dili ''kendisi için'' amaçlayan dilbilimi filolojinin yaptığı çalışmalarla özdeşleştiremeyiz. Yazarların dilinin incelenmesi, onların yazına ilişkin sırlarını keşfetmek amacını taşıyordu. Filologların ilgisini sadece yazılı dil çekmiş, sözlü dil hiçbir biçimde onların uğraş alanına girmemiştir.
Bugün filoloji deyince, akla yazılı belgelerin geçerliğini, gerçek olup olmadıklarını araştıran tarihsel bir bilim gelir. Kısacası, filoloji üretildiği dönemlere ait eski metinleri yeniden oluşturmaya çalışır. Bu nedenle, filolog metinlerin üretildiği dönemlerin etkilerini, kaynaklarını araştırır, özgün metinleri çözmeye ve onları yeniden oluşturmaya, bu arada taklitlerini saptamaya ve değerlerini ölçmeye çalışır. Buna karşılık, dilbilimcinin uğraşı filoloğunkinden tamamen farklıdır. Dilbilim dili anlamaya, onu tıpkı somut bir nesne gibi incelemeye çaba gösterir. Böylece, dilbilim dile ilişkin dilbilgisi, filoloji, sesbilgisi gibi tüm bilimleri kapsar.


DİLBİLİMİN ve DİLBİLİMCİNİN GÖREVİ NEDİR?


Dilbilimin ve dilbilimcilerin görevi, bir dilsel topluluğa ait bireylerin zihinlerindeki ortak özelliği etraflı bir biçimde tanıtmaya çalışmaktır. Yakından incelendiğinde bu ortak özelliğin son derece karmaşık olduğu görülür. Örneğin, insan aşağı yukarı 200 farklı sesi telaffuz edebilir ve onları algılayabilir; ama her dilsel topluluk sahip olduğu binlerce sözcük için aşağı yukarı 40 temel ses kullanır. Her birey, bütün bu temel seslere, yani sesbirimlere ve kendi anadilinin binlerce sözcüğüne sahiptir. Bunun dışındaki sözcükler, dilsel toplulukta bireylerin mesleğine, zevklerine, toplumsal ve kültürel farklılıklarına göre dağılır.
Bireyler kendi anadillerinin bütün sözcük dağarcığına sahip olabilirler, çünkü sadece seslerin kendisine değil, aynı zamanda sesbilgisel kurallara ilişkin dizgeye de sahiptirler. Sözcüklerin oluşumunu sağlayan bu sesbilgisel kuralların yanında, anlam ve dizimlerin oluşmasını sağlayan biçimbilimsel kurallarda vardır. Buna bağlı olarak, anlambilim kurallarının da unutulmaması gerekir. Tek başına sözcüklerin bir anlamı yoktur. iletişimin temel birimi olan tümceyi oluşturan sözdizimsel kurallar daha çok sözcüklerin tümce içindeki yerleri ve işlevleriyle ilgilenir. Ancak, sıraladığımız bütün bu kuralları bilmek dil olgusunu açıklamaya yetmez.
Her konuşan özne, kendini kişisel ve bireysel bir biçimde ifade eder; söylemek istediği şeye ya da onu söyleme biçimine göre, göreceli bir özgürlükten yararlanır. İnsanlar arasındaki ayrım işte burada başlar. Bütün bunlar, F. de Saussure'ün dil/söz karşıtlığındaki söz düzleminde gerçekleşir, çünkü dil toplumsal, söz ise bireyseldir. N. Chomsky'e göre, dilin bu yaratıcılığı, yapısalcılar için, kullanım rahatlığıdır. Bütün bunlara karşın, söylemleri üretme biçimi konusunda özel kura1lar vardır ve bunlar deyişbilim ya da söylem kurallarıdır.
İkinci önemli nokta ise, insanın kısa zamanda kendi anadilinin işleyişini öğrenmesidir. Aslında burada önemli olan, dil için gerekli kural ve bilgileri içeren, aynı zamanda bütün bu verileri büyük bir rahatlık, açıklık ve hızla işleyen insan zekasının gücüdür. 


DİL


İnsanın kullandığı kültürel araçlar arasında dil çok önemli bir yer tutar. İnsan, fizik ya da matematiği sonradan öğrenebilir, ancak çok önemli yapısal bir hastalığı ya da eksikliği yoksa konuşma ve dil öğrenme yetisiyle dünyaya gelir, zaten bu özel1igiyle de fiziği ve/ya da matematiği öğrenebilir.


Dil, insanın en temel gereksinimi olan iletişimi sağlar. Bu gereksinim yemek yemek, nefes almak, yürümek, Uyumak vb... gereksinimlerden farklı olarak “doğal” bir biçimde gerçekleşmez. “Dil”in “söz” olarak gerçekleşebilmesi için, bir toplu1uğun “doğal dil”i biçiminde öğrenilmesi gerekir.
Dile yatkınlık genetik bir özellik olmasına karşın, gerçekleşmesi kültürel bir süreci, bir öğrenme sürecini gerektirir.
Dilbilim, insana özgü dil yetisiyle, bu yetinin farklılaşmasından kaynaklanan Türkçe, Fransızca, İngilizce, Çince, Rusça vb... doğal dilleri ve bu dillerin zaman içinde uğradıkları değişimleri, onların işleyiş biçimlerini inceler.
Kısacası dilbilim basit gibi görünen, ''dil nedir?'' sorusuna yanıt bulmaya çalışır. Dilbilimcinin amacı, bir bilim adamı olarak, bu soruyu yanıtlayabilecek bir kuram oluşturmaktır. Böyle bir kuramın oluşturulması pek çok ek sorunun sorulmasını ve yanıtlanmasını gerektirir.
-Sesler nasıl çıkarılır? ve bunlar nasıl algılanır?
-Bir tümceyi oluşturan öğeler nelerdir?
-Bir tümce nasıl olup da belli bir anlamı üstlenebilmektedir?
-Dil ile düşünce arasındaki ilişki nedir?
-Dil insanların anlaşmalarını nasıl sağlar?
-Dil nasıl ve neden değişir?
-Diller arasında benzerlik1er var mıdır?
-Diller arasında ne gibi farklılıklar vardır?


Bunları ve benzeri soruları yanıtlayabilmek için de teker teker dillerin incelenmesi ve o dillerin temelinde var olan kuralların saptanabilmesi gerekmektedir. Dilbilim de bunu başarabilmek için çaba göstermektedir.
Biz, sıradan bir yurttaş olarak, dili iletişim amacıyla kullanırken, onun nasıl bir dizgeye, nasıl bir işleyiş biçimine sahip olduğunu düşünmeyiz. Örneğin, dilin iletişim işlevi ve diğer tüm işlevlerini kullanmaz, ama bu etkinliğimizin farkında bile olmayız. Tıpkı Moliere'in Kibarlık Budalası adlı oyunundaki M. Jourdain gibi... 
M. Jourdain kibar bir hanıma aşıktır, ona kısa bir mektup yazmaya niyetlenir , felsefe hocasından yardım ister
Felsefe hocası: -Bu hanıma nazımla mı yazmak istiyorsunuz?
M. Jourdain: -Hayır hayır nazım istemez.
Felsefe hocası: -Nesir mi olsun istiyorsunuz?
M. Jourdain: -Hayır ne nazım isterim ne de nesir .
Felsefe hocası: -İyi ama, ya nesir olacak, ya da nazım.
M. Jourdain: -Neden?
Felsefe hocası: -Çünkü efendim, meramını anlatmanın nesirle nazımdan başka   
şekli yoktur .
M. Jourdain: -Nazımla nesirden başka bir şekil yok mudur?
Felsefe hocası: -Nesir olmayan söz nazımdır; nazım olmayan söz de nesirdir.
M. Jourdain: -Ya konuşulan şey nedir?
Felsefe hocası: -Nesir.
M. Jourdain: -Ne? Şimdi ben ''Nicole, terliklerimi getir, gecelik takkemi de ver''
diyecek olsam bu nesir midir?
Felsefe hocası: -Evet efendim.
M.. Jourdain: -Demek kırk yıldan fazladır bilmeden, farkında olmadan nesir
söylüyorum, bana bunu öğrettiğiniz için size çok minnettarım.
Moliere, Kibarlık Budalası, Perde II, sahne VI.

Burada, ''kimse size sormayınca bildiğimiz, ama birine açıklamaya kalkınca da bilmediğimiz'' dilden ve onu tüm durumları içinde incelemeye çalışan dilbilimden söz ettik. Dil üzerine konuşmak hem kolay hem de zordur. Herkes kendi anadilini ya da bir ikinci dili konuşabilir ve herkesin konuştuğu dil üzerine söyleyecek bir sözü vardır. Bir Amerikalı uzmanın dediği gibi ''Herkes zaten doğuştan dilbilimcidir. Bu doktorların da başına gelir. Bazen bir doktor da tıp konusunda bütün doktorlardan daha fazla şey bildiğine inanan sıradan biriyle karşılaşabilir. Dilbilimci ise, bu tür insanlara her gün rastlar. Hem de sadece ''sokaktaki adam''dan değil, ''sokağı temizleyen adam''dan bile, dil konusunda ders dinlemek zorunda kalabilir''. Ancak, dili dil ile anlatmak bir soyutlama yapmayı gerektirir. Nasıl matematikten söz ederken, sinüs, kosinüs, sigma, diskriminant, pi sayısı gibi birçok matematik dilinin terimlerine gereksinim varsa, dil için de gösterge, gösteren, gösterilen, dil yetisi, biçim, töz, nedensizlik, değer, eşzamanlılık, artzamanlılık, dizimsel ilişkiler gibi dilin diline gereksinim vardır:
Dilin diline üstdil denir. Bu üstdil tüm bilimler için geçerlidir. Bir iktisatçı, bir elektronik uzmanı ya da fizikçi kendi konusunu üstdille anlatır. Bu tür kullanımda dil, bir iletişim ve düşünce aktarma aracıdır. Ancak dili anlatırken de dili kullanmak zorundayız. Bu durumda dil hem amaç hem de araç konumundadır.
Gündelik yaşamımızda dili kullanmadan yapamayız, ama bu kullanımlarda dil, yalnızca bir iletişim aracıdır. Bir dili yalnız iletişim aracı olarak kullanan kişinin, dilin üst-dil işlevini bilmesi gereksizdir.
Anadili Türkçeyi iletişimde kullanmak, yani yaşamsal gereksinimlerini dile getirmek, ya da derdini anlatmak isteyen kişinin gönderge kavramının ya da dil yetisinin ne olduğunu bilmesine gerek yoktur. Kısacası, her an kullandığımız bir sözcüğün sıfat mı yoksa belirteç mi olduğu, tümce içindeki işlevi ya da o sözcüğün zaman içinde geçirdiği evrim konuşma anında bizi ilgilendirmez. Her İstanbullu ''tahtakale'' sözcüğünü kullanır, ama bu sözcüğü konuşmasında kullanmak için onun Arapça ''taht el kal'a'' (kalealtı) biçiminden geldiğini bilmesinin iletişime olumlu ya da olumsuz bir katkısı olmayacaktır.
Kısacası, dilbilimcilerin dil konusunda çalışmalarının amacı sağlam bir iletişim aracı oluşturmak, dilsel, kültürel ve toplumsal değerleri sonraki kuşaklara aktarma kaygısıdır. Kullanılan dilin kuralları sağlam bir dilbilgisi dizgesine dayanmazsa iletişim zorlaşacaktır.
Bir gün Konfüçyüs'e sormuşlar. ''Bir ulusun tüm yönetimi sana bırakılsaydı ne yapardın? Önce dilini düzeltirdim'' demiş. ''Dil düzgün olmayınca, söylenen söylenmek istenen değildir; söylenen söylenmek istenen olmayınca, yapılması gereken yapılmadan kalınca, töreler, sanatlar geriler; töreler, sanatlar gerileyince de adalet yoldan çıkar; adalet yoldan çıkınca halk çaresizlik içinde kalır. İşte bundan, söylenmesi gereken başı boş bırakılamaz. Bu her şeyden önemlidir'' (N.Uygur, s.24). Bu sözlere eklenecek bir şey olduğunu sanmıyoruz. İki binli yıllar Türkiye'sinde bir vatandaş olmak yeter. Benzer düşünceleri İsa Peygamber de dile getirmiştir: ''Kişiyi kirleten ağzından girenler değil, ağzından çıkanlardır.'

Kaynak: 
Kıran, Z. 2001. Dilbilime Giriş. Ankara:Seçkin.

e-kaynak: http://www.audbt.cjb.net/
http://turkoloji.cu.edu.tr/DILBILIM/06.php
*
 

http://dilbilimi.net/anasayfa.htm
*
Dilin Tanımı ve Dil Kavramının Boyutları

11 Mart 2015
Yazar: Diba Bahadıroğlu

Dil hakkında birçok tanım vardır. Dilin boyutlarını anlamak için bu tanımlara bir göz gezdirmek gerekir:

              Edward Sapir : “ Dil, yalnızca insana özgü olan; düşüncelerin, duyguların ve isteklerin, iradeyle üretilmiş semboller kullanarak iletilmesini sağlayan ve içgüdüsel olmayan bir yöntemdir.”  Sapir, dili bilinçli bir yaklaşım olarak görür; alfabeyi ise duygu ve düşünceleri ileten semboller olarak görür. Yani dile suni bir yaklaşımda bulunarak bir nevi dil duygusu denen şeyi yok sayar. Bir diğer tanım ise farklı bir bakış açısı sunacaktır bize…

             Prof. Dr. Muharrem Ergin : “ Dil, insanlar arasındaki iletişimi sağlayan tabiî bir vasıta; kendi kanunları içinde yaşayan ve gelişen canlı bir varlık; milleti birleştiren, koruyan ve onun ortak malı olan sosyal bir müessese; seslerden örülmüş muazzam yapı; temeli bilinmeyen zamanlarda atılmış bir gizli antlaşmalar ve sözleşmeler sistemidir.” Muharrem Hoca’nın tanımı daha açıklayıcı ve daha nettir. Gerçekten de her insanın bir dil duygusu vardır ki yoksa zaten millet ve dil kavramı bu kadar iç içe geçemezdi.

             Prof. Dr. Doğan Aksan ise dili şu şekilde tanımlamaktadır : “ Dil, düşünce, duygu ve isteklerin, bir toplumda ses ve anlam yönünden ortak ögeler ve kurallardan yararlanılarak başkalarına aktarılmasını sağlayan, çok yönlü, çok gelişmiş bir dizgedir.”

Dilin tanımı gerek Türk gerekse de yabancı birçok araştırmacı tarafından yapılmıştır. Bu araştırmacılar bazı noktalarda ayrılsalar da aslen onların da ortak noktası dilin bir iletişim aracı olduğudur. Evet, dilin ilk ve en önemli görevi anlaşmayı sağlamaktır; lakin bu onun biricik özelliği de değildir. Dilin özellikleri ve bazı kavramsal boyutları, asla göz ardı edilemeyecek işlevleri vardır.

1. Dil İletişimi Sağlar.

                İnsanlar arasında iletişimi sağlayan birçok unsur vardır: Trafik levhaları, jest ve mimikler, renkler, nesneler… Ama bunların arasında en işlek olanı dildir. Dil, insan iletişimin doğal bir ürünü olduğu için asla yok olmayan en garantili yoldur.

2. Dil, Düşünme Aracıdır.

                Zihin ürünleri ortaya koyan yegane şey dildir. Dilin duygu ve düşünceleri ortaya koyması, düşünceleri değerli kılar. Eğer dil olmasaydı düşüncelerimizin herhangi bir değeri kalmazdı. Ayrıca düşüncelerin paylaşımla çoğaldığı göz önünde tutulursa bir zindana hapsolmaktan farksız olurdu dil ve iletişim olmazsa düşüncelerimiz.

3. Dil Bir Sistemdir.
           
             Dil, doğal bir sisteme, döngüye sahiptir. İnsandan farksız bir işleyişi vardır aslında. Bir dil doğar, gelişir ve daha sonra da ölür. Kullanımdan kalkan sözcüklere ölü sözcükler denir hatta. Tam bir matematiksel sistemle döner diller. Bu bakımdan kesinlikle iyi işleyen bir sistemdir dil.

4. Dil Canlı Bir Varlıktır.

                Dil tamamen organik bir varlık gibi işler. Kendi içinde kuralları vardır, toplumsal değişimlerden etkilenir, sözcükleri yaşar - ölür – gelişir.  Toplumdaki değişimler önce dili etkiler, yabancılaşma ya da gelişme direk dilde başlar. Toplumun kadrajıdır dil.

5. Dil Kesinlikle Şahsi Değildir; Toplumsaldır.

                 Dil bir kamu malıdır. Kimsenin şahsi mallı ya da tapulu mülkü değildir. Tamamen toplum yaşantısına göre gelişir. Öyle ki toplum yaşantısına göre kelime dağarcığı gelişir insanın, toplum yapısına göre zenginleşir ya fakirleşir milli dil. Bir dile bakmak, onun şifresini çözmek toplumla da doğrudan alakalıdır. Bu bakımdan dil – toplum – insan arasında gerçekten sık bir bağ vardır. Dil, toplumdaki nesiller arasında da bağ kurduğu için tam anlamıyla mihenk taşıdır. Geçmişi geleceğe, geleceği diğer nesillere taşır. Ayrıca diğer toplumlarla anlaşmada da büyük rol oynar. Bu bakımdan dili gelişememiş bir toplum da gelişmiş sayılmaz.

Dil Kavramının Boyutları

                Dil kavramına tek bir pencereden bakmak onu gerçekten küçümsemektir. Sadece sürekli kullandığımız bir şey olduğu için çok fark edemediğimiz boyutları olan dile, kavramsal boyuttan bakmayı öğrenmeliyiz artık.
              
Dil – Düşünce Boyutu
          Kişilik aslında dilde gizlidir çünkü bir birey kendisini ancak dil ile ifade eder. Düşünceler, belli oranda dilin eseridir. Geçmiş, gelecek, şimdi, bilgi ve hayat sürdürme dil olmadan imkansızdır. Bu arada açıklık getirmek gerekir ki dilden kastım sadece konuşmak değildir. Sağır ya da dilsiz bir insan da kendini ifade etmek mecburiyetindedir; zaten işaret dilleri bu yüzden vardır. Bu bakımdan bahsettiğim tüm olgular bir şekilde dili kullanan tüm insanlaradır.

          Dil bilimcileri, dile ve düşünceye farklı açılardan bakmışlardır. Kimisi düşünceyi kimisi dili öne plana çıkarmışlardır ama hepsinin anlaşma noktası dil ve düşüncenin sıkı bir ilişki içinde olmasıdır. İnsanı diğer canlılardan ayıran en önemli özelliğin dil olduğunu düşünürsek dilin gelişiminde düşünceyi, beyin fırtınasını, bilgi aktarımını görürüz. Bu bakımdan şunu desek çok da yanlış yapmış sayılmayız: Dil düşüncenin evidir.

Dil – İnsan Boyutu
            İnsan dil olmadan, kendisini ifade etmeden var olamaz. Havanların da buna benzer bir sistemi vardır. Doğadaki her varlık bir şekilde birbiriyle ilişki içindedir ki bunu da yapan şey iletişimdir.

            Dil insanlar arasında iletişimi sağladığı için evet gayet önemlidir ama daha önemli bir işlevi de insanlar arasında ortak duygu ve düşünceler oluşturarak onlara bir toplum dayanağı oluşturmasıdır. Bu bakımdan da millet olmanın toplum olmanın koşullarından birisi dildir.

         İnsan dili sayesinde düşünme ve muhakeme özelliğini kazanır. Dil ile iletişim; ile bilgi aktarımı dolayısıyla muhakeme özelliği gelişir.

Dili Algılama Boyutu
          İnsanlar dış dünyayı duyu organları ile algılar ve kavrar. Beş duyu organımız bize bu yüzden bağışlanmıştır. Dünyayı algılayan insanın zihninde bir şekil meydana gelir; buna kavram denir. Kavramlar ise dille ifade edilir. Yani insan algıladığı dış dünyayı diğer insanlara dil aracılığıyla anlatır. Bu anlatım bilimsel gelişimin temelidir aslında çünkü bilim ancak birikimle gelişir. Birikim için de kavramların dil ile gelecek nesillere aktarılması gerekir.

            Türk toplumu görme duyusuna diğer milletlerden daha sadıktır. Hatta bakmak ile görmek arasında kırmızı bir hat çeker. Her insan bakma eylemini kendi içinde paradigma olarak yapar. Yani herkes bakılan şeyde aynı şeyi görmez. Bu bakımdan bir “kedincelik” vardır. Kendince olan bakış açısı başkasıyla dil aracılıyla paylaşılır ve böylece gelişme denen olgunun ilk kıvılcımı meydana çıkar.

Dil – Sembol Boyutu
            Dil anlaşma ve iletişim aracıdır bu bakımdan birçok kişinin aklına direk konuşma gelir. Oysaki konuşmaktan ötedir iletişim.  Son yüzyıllarda oldukça popüler olan beden dili de bir iletişim biçimidir ama elbette milli dilden daha evrenseldir. Yalnız beden dili de bir sistemdir ve sembollerden meydana gelir. Tam da bu noktada alfabeden bahsetmek gerekir ki alfabe dilin sistemleşmiş sembolleri olarak tanımlanır.

          Dilin alfabede başka sembolleri de vardır. Sonuçta iletişim, alıcı – gönderici – kanal ve mesajdan oluşur. Kanal, illa ki konuşmak ya da yazmak olmayabilir. Örneğin trafik levhaları özel sembollerle iletişimi sağlar. Sanat dediğimiz olgu da aynı düzendedir. Bir resim bize mesaj iletebilir.

             Renk ve nesnelerin de insanlara bir şeyler ifade ettiği de kaçınılmazdır. Örneğin yeşil doğa, mavi huzur, kırmızı aşk – cinsellik – kızgınlık gibi şeyleri ifade eder. Çiçeklerin de kendine göre anlamları vardır : gül ve karanfil aşkı çağrıştırır,papatya masumiyeti ve saflığı gibi..

           Velhasıl kelam, dil denilen olgu daha hakkında binlerce makale yazılacak kadar geniş ve önemli bir konudur. Bu bakımdan dil kirlenmesini, bozulmaları hoş karşılamak başlı başına yaratılışa ihanettir.



*

Paylaşmak güzeldir.