16 Ağustos 2015 Pazar

Müşâkele

Edebî Sanatlar 

Anlama Dayalı Söz Sanatı
Müşâkele

Müşâkele  sözlük anlamı birden fazla unsurun birbirine benzemesidir. Bir sözü ikinci defa hem ilk kullanıldığı anlam dışında hem de gerçek anlamı dışında kullanmaktır. “Aklıma gelmeyen şey başıma geldi.”, “Başkasına öğüt verip dururken gönül verdim mi diyeceksin?” örneklerinde olduğu gibi.
Müşâkelede mutlaka tekrar edilen bir söz vardır. Sözcük tekrar edildiği yerde ilkinden farklı bir anlamda kullanılır.
 http://www.acikogretimedebiyat.com/
*
Müşâkele

Müşakele birden fazla anlamı olan sözcüklerin art arda gelecek şekilde, iki anlamı ile kullanılması, birinin söylediği bir sözü bir başkasının değişik anlama gelmek üzere tekrarlaması.
Karşılıklı konuşan iki kişiden birinin gerçek veya mecazi anlamda söylediği bir sözü, diğeri başka bir düşünceye yanıt olacak şekilde tekrarlar. Birinci anlamı gerçek olursa çoklukla ikinci kullanıştaki anlamı mecazidir. Örnek:

“Tezer
Yine mi kanmıyorsunuz sözüme
Ne için bakmıyorsunuz yüzüme
Beni bir kere okşasanız ne çıkar?
Melik
Sen çıkarsın… Demek ki fitne çıkar!”

Abdülhak Hâmid Tarhan
http://www.bilgiyuvasi4.info/musakele-nedir-anlami-tanimi.html
*
Müşâkele

Terdîd, tekrir, reddü’l-acüz gibi söz tekrarına dayalı sanatlardan olan bu terimin mecaz içerip içermediği de tartışılmıştır.

Bu edebî terimin tanımı: “çok anlamlı kelimelerin art arda iki anlamı ile kullanılması; birinin söylediği bir sözü diğerinin başka anlamda tekrarlaması; karşılıklı konuşan iki kişiden birinin söylediği bir sözü diğerinin başka bir düşünceye cevap olacak şekilde tekrarlaması” şekillerinde karşımıza çıkmaktadır.

Müşâkele, Arapça “şekl”kökünden ve müfâ’ale bâbmdan gelen bir kelime olup ifadelerin karşılıklı benzeşmesi esasına dayanmaktadır. Manaya dayalı bir sanat olan müşâkelede sözde birlik ve manada ayrılık bulunmaktadır. Müşâkele, “Sohbetinde tahkikî veya takdirî olarak geçtigi için, bir şeyi gayrın lafzıyla zikretmek” (Kazvinî, 1998:1/327), “İfadede geçen sözden dolayı konuşamn, meramını bu sözle ifade etmesi” (İsbir-Cuneydî, 1985:850), “Kullanılacak kelime yerine, sohbet esnasında söylenmiş bir kelimeyi kullanarak meramı ifade etmek” (Güllüce, 2006:43) şeklinde tarif edilmiştir.
Müşâkelede sonraki söz öncekine bağlı olarak söylendiğinden ikisi birlikte anlamlı olmakta; önceki olmadan sonrakinin bir anlamı bulunmamaktadır. Mesela, fakirliğinden dolayı soğuktan korunacak bir elbise bulamayan Îbnu’r-Rukma adlı kişinin, kendisini soğuk bir günde yemeğe çağırarak “Senin için ne pişirmemizi istersin” diyen arkadaşlarına cevaben:
Bana bir elbise ve gömlek pişiriniz” demesi; kamı çok acıkmış misafirine müzik dinletmek isteyen ev sahibinin de “Sana ne dinletmemi istersin” sualine karşılık, misafirin:
Çatal bıçak sesi dinlemek isterim” demesi müşâkele örneklerinden sayılmıştır (Güllüce,2006:42-43).
Müşâkelede mecazın bulunup bulunmadığı da tartışılmış ve bu konuda Taşköprüzâde müşâkelenin mecazdan farklı olduğunu, müşâkele tarifinde yer alan“başkasının sohbetinde vaki olduğu için” kısmıyla mecazın dışarıda bırakıldığını, mecâzda söz, mecâzî manada kullanılırken, müşâkelede gerçek manada kullanıldığını söylemiş ve buna örnek olarak da “Senin için ne pişirmemizi istersin” sualine verilen “Bana bir elbise ve gömlek pişiriniz” cevabındaki “pişiriniz” ifadesinin gerçek manada kullanıldığını göstermiş; mecâzda bir mana yerine başka bir mananın, müşâkelede ise bir söz yerine başka bir sözün konulduğunu ifade etmiştir (Taşköprüzâde, tsz:272-273 -Güllüce, 2006:44’den).
İlk belâgat kitaplarımın bedî’ bölümünde manevî sanatlar arasında en önemli edebî sanatlardan birisi olarak açıklanmışken, Türkçe belâgat kitaplarının özellikle son dönemde yazılanlarında ya hiç yer verilmeyen, ya da çok kısa anlatılan müşâkele, tanımve tasnifi zamanla genişlemiş bir sanattır.

Muhittin Eliaçık, Bazı belâgat Kitaplarında Müşâkele Sanatının Tanım ve Tasnifi












Test




1.Bir sözün ikinci defa  ilk kullanıldığı anlam  dışında kullanmaya ne ad verilir?

a.teca’hül-i arif

b.idmac

c.müşakele

d.rucu


e.tenasüb

Cevap anahtarı: 1.C,



Ek okuma


MÜŞÂKELE

(المشاكلة)

Söz içinde bir kelimenin başka bir anlam ve bağlamda tekrar edilmesi mânasında edebî sanat.

Sözlükte “iki şeyin biçim ve tarz yönünden benzeşmesi ve uyuşması” anlamına gelen müşâkele kelimesi, bedî‘ ilminde “bir söz içinde iki kelime arasındaki biçim benzeşmesi” mânasında terim olarak kullanılır ve anlama güzellik katan sanatlardan sayılır. Müşâkele, edebî bir amaç veya nükte için bir kelimenin başka bir anlam ve bağlamda tekrar edilmesi şeklinde gerçekleşir. İlk kelime genellikle gerçek mânada olmasına karşılık ikinci kelime ona tâbi ve sadece şekil (lafız) yönünden ona benzer olarak getirilir. Meselâ “ومكروا ومكر الله” âyetinde (Âl-i İmrân 3/54) ikinci “مكر” birinciye (مكروا) müşâkele için getirilmiş olup “أخذهم بمكرهم” (Hile ve dolaplarının cezasını verdi) anlamındadır. Örnekte müşâkele lafzına biçim yönünden benzeyen ve ona eşlik eden kelime (musâhib) gerçek mânasıyla önceden ve açık biçimde söz içinde geçmiştir. Bu türe “müşâkele-i tahkīkıyye” adı verilir. Söz içinde sadece müşâkele lafzının geçtiği, ancak ona eşlik eden kelimenin zikredilmediği türe “müşâkele-i takdîriyye” denir. Ebû Temmâm’ın “من مبلغ أفناء يعرب كلّها / أنّي بنيت الجار قبل المنزل” beytinde “بنيت” kelimesi “yaptım” anlamında değil, “اخترت / انتقيت” “seçtim” anlamında ve “المنزل”e (بناء) tâbi olarak müşâkele şeklinde gelmiştir.

Âyetlerin nüzûl sebebini bilmek söz içinde geçmeyen kelimenin (musâhib) tayininde yardımcı olur: “قولوا آمنّا بالله ...، صبغة الله ...” (Allah’a inandık..., Allah bizi kendine has boyasıyla boyadı deyin...), âyetindeki (el-Bakara 2/136, 138) “صبغة الله” ifadesi, hıristiyanların çocuklarını sarı renkli bir suya batırarak (vaftiz), “İşte şimdi temizlendi ve gerçek hıristiyan oldu” sözlerine müşâkele üslûbuyla verilmiş cevap olup gerçek temizliğin Allah inancının gönle yerleşerek orayı temizlemesi ve kendine has rengiyle boyamasında olduğuna dikkat çekmektedir. “فإنّ الله لا يملّ حتى تملّوا” (Doğrusu Allah asla usanmaz, siz usanmadıkça) hadisi de (Buhârî, “Îmân”, 32, “Teheccüd”, 18, “Śavm”, 52, “Libâs”, 43; Müslim, “Müsâfirîn”, 215, 221, “Śıyam”, 177) bu tür müşâkeleye bir örnek olup, “Siz kendisine dua edip istekte bulunmaktan usanmadıkça Allah sizden ihsanını ve sevabını kesmez” (لا يملّ ← لا يقطع عنكم ثوابه وفضله) demektir.

Karşıt anlamlı kelimeler arasında da müşâkele olabilir. Bu tür daha çok mecazi bağlamda kullanılan karşıtlar arasında görülür. Huzurunda şahitlik yapan birine Kādî Şüreyh’in “إنّك لسبط الشهادة” (Doğrusu sen şahitliği hep tam yapmaktasın) sözüne karşılık şahidin onun bu sözüne benzeyen bir ifadeyle, “إنّها لم تجعد عندي” (O benim nezdimde hiç noksan olmadı ki) şeklindeki cevabı gibi. Burada karşıt anlamlı “sebŧ” (saçın uzun olması) ve “ca‘d” (saçın kısa olması) kelimeleri “şahitliğin tam veya noksan yapılması” mânasında mecaz olarak kullanılmıştır (Besyûnî Abdülfettah Besyûnî, II, 67).

Asıl kelimenin kendisini tekrar etmekle değil onunla ilgili (münâsib) bir kelimeyi biçim benzeşmesi halinde ve gerçek anlamı dışında zikretmekle de müşâkele gerçekleşebilir. Bir kişinin, “Hadiste ‘Lâ ilâhe illallah cennetin anahtarıdır’ buyrulmuyor mu?” demesi üzerine Vehb’in, “Evet öyledir, ama hiçbir anahtar yoktur ki dişleri bulunmasın. Dişlerini getirirsen sana açar, yoksa açmaz” sözünde yer alan “dişler” (esnân) ifadesi “ameller” anlamında olup o kişinin anahtarla (miftâh) ilgili sözüne münasip bir söz olarak getirilmiştir.

Müşâkele üslûbundan bahseden ilk âlim olan Yahyâ b. Ziyâd el-Ferrâ (ö. 207/822) bu sanatı belli bir terim kullanmadan günümüzde anlaşıldığı şekilde yorumlamıştır. Müberred, “mükâfee ve cezâ” (denklikve karşılık) adını verdiği türü “bir lafzın önceki bir lafza denk ve benzer biçimde, ancak farklı anlam ve bağlamda getirilmesi” şeklinde tanımlamış, Kur’an’da Allah’a isnat edilen “mekr, suhriyyet, istihzâ” gibi şanına yakışmayan fiilleri, “O’nun insanlara bu fiillerine denk düşen cezalar vermesi” mânasına geldiğini söylemiştir. Rummânî, müşâkeleyi “aynı kökten birkaç kelimenin bir söz içinde toplanması” şeklinde tanımladığı “tecânüs”ün iki nevinden biri olarak “müzâvece” başlığı altında ele almış ve “güzel anlatım” diye nitelemiştir. Şerîf er-Radî müşâkeleyi istiare (mecaz) kapsamında değerlendirmiş, Hatîb et-Tebrîzî ise tam cinasa (mümâsil cinas) müşâkele adını vermiştir (el-Vâfî, s. 296). Bedî‘ ilminde yer aldığı şekliyle müşâkeleyi bir söz sanatı olarak terim anlamında ilk kullananlardan olan Zemahşerî türü anlatırken “cevabı soruya biçimce uydurma” ifadesini kullanmıştır (el-Keşşâf, I, 45, 281).

Sekkâkî’nin Miftâĥu’l-Ǿulûm’u ile birlikte müşâkeleye mâna sanatları arasında yer verilmeye başlanmış, Kazvînî’nin tanımı ile günümüzde de geçerliliğini koruyan klasik şeklini almıştır. Kazvînî, müşâkele-i tahkīkıyye ve müşâkele-i takdîriyye şeklinde iki kategoriye ayırdığı türü örnekleriyle açıklamıştır (el-Îżâĥ, s. 493-495). Safiyyüddin el-Hillî, İzzeddin el-Mevsılî, İbn Hicce el-Hamevî gibi bedîiyye nâzım ve şârihleri de aynı anlayışı sürdürmüştür (İbn Hicce, s. 356).

Müşâkele örneklerinin çoğu mürsel mecaz, bir kısmı da istiare kabilinden mecaz sayılmıştır. Aynı zamanda mecaz olan müşâkele örnekleri, hem anlam hem biçim olarak iki yönden güzellik taşıdığından bir söz sanatı olarak daha yüksek konumdadır. Mecaz ilgisi açık olmayan müşâkele örnekleri de mevcuttur. Bunları ve diğer müşâkele örneklerini, bir lafzın başka bir lafzın beraberinde bulunma alâkası (müsâhabet) dolayısıyla mürsel mecaz kabul edenler de vardır. Müşâkele genellikle kelime tekrarıyla gerçekleştiğinden lafzî sanat görüntüsünde bulunmaktadır. Ancak burada bir anlamın gerçek lafzı dışında bir lafızla ifadesi esas kabul edildiği için tıbâk ve mukābele benzeri sayılarak mâna sanatları kategorisine dahil edilmiştir.

BİBLİYOGRAFYA:

Tehânevî, Keşşâf, II, 785; Buhârî, “Îmân”, 32, “Teheccüd”, 18, “Śavm”, 52, “Libâs”, 43; Müslim, “Müsâfirîn”, 215, 221, “Śıyâm”, 177; Yahyâ b. Ziyâd el-Ferrâ, MeǾâni’l-Ķurǿân (nşr. Ahmed Yûsuf Necâtî - M. Ali en-Neccâr), Kahire 1374/1955, I, 82, 116; Müberred, Me’ttefeķa lafžuhû ve’ħtelefe maǾnâhü mine’l-Ķurǿâni’l-mecîd (nşr. Abdülazîz el-Meymenî), Kahire 1350, s. 12, 13; İbn Reşîķ el-Kayrevânî, el-ǾUmde (nşr. M. Muhyiddin Abdülhamîd), Kahire 1374/1955, I, 326; Hatîb et-Tebrîzî, el-Vâfî fi’l-Ǿarûż ve’l-ķavâfî (nşr. Ömer Yahyâ - Fahreddin Kabâve), Dımaşk 1399/1979, s. 296-298; Zemahşerî, el-Keşşâf, I, 45, 281; Ebû Ya‘kūb es-Sekkâkî, Miftâĥu’l-Ǿulûm (nşr. Naîm Zerzûr), Beyrut 1403/1983, s. 424; İbn Ebü’l-İsba‘, Taĥrîrü’t-Taĥbîr (nşr. Hıfnî M. Şeref), Kahire 1383, s. 393-400; Hatîb el-Kazvînî, el-Îżâĥ fî Ǿulûmi’l-belâġa (nşr. M. Abdülmün‘im el-Hafâcî), Kahire 1400/1980, s. 493-495; Şürûĥu’t-Telħîś, Kahire 1937, IV, 309-316; Tîbî, et-Tibyân fî Ǿilmi’l-meǾânî ve’l-bedîǾ ve’l-beyân (nşr. Hâdî Atıyye Matar el-Hilâlî), Beyrut 1407/1987, s. 347-348; İbn Hicce, Ħizânetü’l-edeb, Kahire 1304, s. 356; İbn Kemâl, Risâle fî taĥķīķi’l-müşâkele (Resâǿil içinde, nşr. Ahmed Cevdet), İstanbul 1316, I, 108-113; Abdülganî b. İsmâil el-Nablusî, Nefeĥâtü’l-ezhâr, Beyrut 1404/1984, s. 238-239; Ahmed M. el-Havfî, ez-Zemaħşerî, Kahire 1977, s. 230-231; Besyûnî Abdülfettâh Besyûnî, Ǿİlmü’l-bedîǾ, Kahire 1408/1987, II, 64-70; Mîşâl Âsî - Emîl Bedî‘ Ya‘kūb, el-MuǾcemü’l-mufaśśal fi’l- luġa ve’l-edeb, Beyrut 1987, s. 79.


İsmail Durmuş  
http://www.tdvia.org/dia/ayrmetin.php?idno=320155


*
KUR’ÂN-I KERÎM’DE ALLAH’A MÜŞÂKELE YOLUYLA İSNAD EDİLEN
İFADELERİN DEĞERLENDİRİLMESİ

Doç. Dr. Veysel GÜLLÜCE

ÖZET

Kur’ân-ı Kerîm’de, inkârcıların din aleyhindeki eylemlerine karşın, daha çok müşâkele yoluyla Allah’a nispet edilerek kullanılmış olan mekr, keyd, istihza, suhriyye ve nisyân ifadeleri, edebî sanatlar hakkında bilgi sahibi olmayan bazı kimseler tarafından yanlış yorumlanabildiği gibi, bazı kötü niyetli kimseler tarafından da Kur’ân’a gölge düşürmede malzeme olarak kullanılmıştır. Keza, hile ve tuzak manalarını çağrıştıran mekr ve keyd ifadelerinde olduğu gibi, bazı kelimeler anlam daralmasından dolayı günümüzde yanlış çağrışımlara neden olabilmektedir.

...
Müşâkele Sanatı
Kelime olarak şekil kökünden gelir. Müfâale babının bariz özelliği olarak müşâreket ifade eder. Yani karşılıklı bir eylem, karşılıklı bir benzeşme vardır. İfadelerin benzeşmesi söz konusudur. Belâğatta, bedî’ sanatlarından biri olan müşâkele, lafızda ittifak, manada ihtilaftır.2
 Başka bir tarife göre, “sohbetinde tahkikî veya takdirî olarak geçtiği için, bir şeyi gayr’ın lafzıyla zikretmeğe denir.”3
Kelam’da geçen lafızdan dolayı konuşanın, meramını bu lafızla ifade etmesidir.4 Kullanılacak kelime yerine, sohbet esnasında söylenmiş bir kelimeyi kullanmak suretiyle meramını ifade etmek şeklinde de tarif edilebilir.5
 Müşâkelede sonraki söz öncekine binân söylenmiş olup onunla birlikte değer kazanır. Önceki olmasa, sonraki ifadenin bir manası olmaz. Hatta doğru bir ifade olmaz.
Mesela, Amr b. Külsûm’un: “Dikkat ediniz! Bize karşı kimse cahillik etmesin! Yoksa biz de o cahillerin cahilliğinin fevkinde bir cahillik yaparız” meâlindeki beytinde geçen “…cahillik yaparız (fe-nechele)” ifâdesi, daha önce geçen “cahillik yapmasın (lâ-yechelen)” ifâdesinden dolayı, “aksi halde biz de ona cahilliğinden dolayı haddini bildiririz” cümlesi yerine, müşâkele yoluyla söylenmiştir.6
Fakirliğinden dolayı soğuktan korunacak bir elbise bulamayan İbnu’rRukma’nınkendisini soğuk bir günde yemeğe çağırarak “senin için ne pişirmemizi istersin” diyen arkadaşlarına cevaben: “bana bir elbise ve gömlek pişiriniz” demesi,7 keza karnı iyice acıkmış misafirine, müzik dinletmek isteyen ev sahibinin “sana ne dinletmemi arzu edersin?” sorusuna karşılık, misafirinin: “çatal bıçak sesi dinlemek isterim” demesi müşâkele örneklerindendir.
Bilgegil’in bu nevi müşâkele örneklerini lâubâlilik veya âmiyâne istiâre olarak değerlendirmesi,8  kanaatimizce, müşâkele sanatına yönelik bir eleştiri değil, sadece bu nevi örnekler içindir. Çünkü diğer edebî sanatların pek çoğu ifadeye güzellik ve tatlılık kattığı gibi, bu durum söze güzellik katan bedî’ sanatlarından olan müşâkele için de geçerlidir.9  Nitekim kendisi de “müşâkelede en ziyade dikkat edilecek husûs zerâfetin sağlanmasıdır” diyerek, bu sanatın yerli yerinde kullanıldığı takdirde ifâdeye
zerâfet katacağına işaret etmiştir. Ayrıca, pek çok kaynakta müşâkeleyi açıklamakiçin zikredilen bu nevi örnekler hakkındaki eleştirisinde çok da isabetli olduğu söylenemez.
Müşâkele, “iki manalı bir sözü, her iki manasıyla, birini hakiki diğerini mecâzîolarak iki defa arka arkaya kullanma sanatıdır”10 şeklinde de tarif edilmişse de, Taşköprüzâde müşâkelenin mecâzdan farklı olduğunu söylemektedir.
...

Kur’ân’da Müşâkele Sanatı

Müşâkele sanatı, Kur’ân-ı Kerîm’de çeşitli âyetlerde kullanılmıştır. Örneğin,“Kötülüğün (seyyie) karşılığı kötülüktür” (Şûrâ, 40)15, “Size karşı haddi aşana siz de aynı şekilde haddi aşın” (Bakara, 194) âyetlerinde kötülüğe karşılık vermenin kötülük, haddi aşanlara misliyle mukabelede bulunmanın haddi aşma olarak isimlendirilmesi müşâkele olarak değerlendirilmiştir.
Hakikatte adaletin gereği olarak, bu fiillere karşılık verilecek cezâ (ukubet) kasdedilmiştir.16

Sen benim nefsimde (bende) olanı bilirsin ama ben senin nefsinde (sende) olanı bilmem” (Mâide, 116) âyetinde, Hz. İsâ’nın Cenab-ı Hak için kullandığı nefs kelimesinin hakîki manada olmayıp, birinci nefs’den dolayı müşâkele yoluyla söylendiği belirtilmiştir.17 “Onlara bir kötülük dokunduğunda ise, Mûsâ ve beraberindekilerin uğursuzluğuna uğradıklarını iddia ederler. Biliniz ki, onların uğursuzlukları Allah katındandır..” (A’râf, 131) âyetindeki uğursuzluk kelimesi de müşâkele konusundaörnek olarak zikredilebilir. Çünkü hakikatte onların başına gelen musibetlerkastedilmektedir.
 “Allah’ın boyası!” (Bakara, 138) âyetinde de bir müşâkele bulunduğu ve bu müşâkelenin yukarıdaki misallerdeki gibi hakiki değil de takdirî yani, mezkûr lafızla mukadder lafız arasında olduğu ifâde edilmiştir.18 Çünkü bir görüşe göre19 bu âyet,hıristiyanların yeni doğan çocuklarını vaftiz ederek (bir nevi boyayarak) böylece temizlenip hıristiyan oldukları iddialarına bir reddiye olarak, bu takdirî (ifadede lafız olarak geçmese de, sebeb-i nüzûlün delaletiyle mana olarak düşünülen) boyama fiillerine karşılık müşâkele yoluyla söylenmiştir.20
İbn Kuteybe bu tür âyetleri “Muhalefetu Zâhiri’l-lafzi Ma’nahu/ Lafzın Zâhirinin,Manasına Muhalif Olması” başlığı altındaki maddelerden üçüncüsü olarak zikrettiği“el-Cezâu ani’l-fi’li bi-misli lafzihi ve’l-ma’nayâni muhtelifâni/ Manaları farklı olduğu halde, fiilin karşılığını (cezâsını) fiilin lafzıyla zikretmektir” alt başlığı altında elealmaktadır.21 Müşâkele ismini kullanmasa da kasdettiğinin müşâkele olduğu açıktır.
Taberî, “Münafıklar şeytanlarıyla baş başa kaldıklarında: Biz sizinle beraberiz,biz müminlerle ancak alay ediyoruz. Allah onlarla alay eder! (yestehziu bi-him) veonları tuğyanları içinde şaşkın vaziyette bırakır” (Bakara, 14-15) âyetlerini açıklarken,15. âyetteki, “Allah onlarla alay eder (yestehziu bi-him)” ifadesinde istihzanın Allah’a nisbet edilmesi hakkında farklı görüşler olduğuna dikkat çekerek bir görüşe göre ise,bu ifadede istihzanın cezası yerine cezayı gerektiren fiilin zikredildiğini, lafızlar benzese de manaların farklı olduğunu, âyette bildirilmek istenenin “istihzalarından dolayı, Allah’ın onları cezalandıracağı” olduğunu belirtir. Daha sonra, bu konuda âyetlerden başka örnekler verir. Müşâkele ifadesi yerine, “lafızlar ittifak etse de manalar muhteliftir” ifadesini kullanır.22
Mâverdî, Zemahşerî, İbnu’l-Cevzî, Kurtubî, Beydavî, Nesefî, Hâzin de bu neviâyetlerde müşâkele ifadesi kullanmasalar da Bakara Suresi, 15. âyet sadedinde, bir yorumu anlatırken, “istihzanın cezâsı istihzanın ismiyle isimlendirildi” şeklindekimüşâkele manasında yorumlanacak ifadeler nakletmişler ayrıca, açıklama sadedindemüşâkeleye örnek teşkil eden diğer âyetleri zikretmişlerdir23 Nitekim Keşşâf’ın şârihiCürcânî de Zemahşerî’nin naklettiği bu ifadeleri açıklarken müşâkelenin varlığına dikkat çekmiştir.24
Kurtubî, ise bu âyet hakkında değerlendirme yaparken müşâkele yerine izdivâc kelimesini kullanarak, bu durumun kelâmda izdivâc sağlamak için olduğunu (li-yezdevice’l-kelâm) bunun, lisana farklı kelimeler kullanmaktan daha hafif geldiğini ifade etmiş, ardından “Araplar bir lafzın karşısında başka bir lafzı ona cevap ve karşılık olarak zikrettiklerinde, manaca farklı da olsa o lafızla söylerler” diyerek izdivâc’ı açıklarken âdetâ müşâkele sanatının tarifini yapmıştır. Daha sonra bu uygulamanın Arap dilinde yaygın bir şekilde kullanıldığını belirtmiş, ayrıca misâlsadedinde müşâkeleye örnek olarak zikredilen âyetleri sıralamıştır. Buaçıklamalardan dolayı, Kurtubî’nin “izdivâc” ifâdesini müşâkele yerinde kullandığını söylemek doğru olur kanaatindeyiz.25
Belâğat literatüründe İzdivâc, "Kelime veya cümlelerin tatlı ifadelerleeşleştirilmesidir”26, “Secî’e riayetle beraber vezin ve ses uyumu bakımından birbirine benzer kelimeleri seçerek kullanmaktır”27 şeklinde tarif edilmiştir. “Sana Sebe’den birnebe’ (haber) getirdim” (Neml, 22) âyetindeki sebe’ ve nebe’ kelimeleri arasında,keza, “Müminler heyyin ve leyindirler (mütevazı ve yumuşak huyludurlar)” hadîsindeki heyyinûn ve leyyinûn kelimeleri arasındaki benzeşmeler izdivâc örnekleridir. İzdivâcteriminin bazı kaynaklarda müşâkele yerinde kullanıldığı anlaşılmaktadır. Örneğin İbnKayyım, Kur’ân’daki edebî san’atlarla ilgili eserinde, müşâkele terimine yer vermemiş, ama müşâkeleyle ilgili âyetleri yine bedî sanatlarından olan “izdivâc”başlığı altında değerlendirmiştir.28 Müşâkeleye yer veren bazı eserlerde de bu nevi âyetler hem müşâkeleye hem izdivâc’a örnek olarak zikredilmiştir.29 Ancak, tarifine vediğer örneklerine dikkat edildiğinde, izdivâc’ın müşâkeleden daha kapsamlı olduğu görülmektedir. Çünkü tarifden de anlaşıldığı gibi, izdivâc’da kelimelerin yanında cümlelerin de eşleştirilmesi (cümleler arasında paralellik sağlanması) söz konusudur.
Ayrıca, bu eşleştirmede lafızların aynı olması da şart değildir, benzer olmaları yeterlidir. Nitekim İbn Kayyım, Alîm ve Hâkîm kelimeleri arasındaki paralellikten dolayı, “Ve ânallahu Alîmen Hakîmen/ Allah Alîm ve Hâkîm’dir” âyetini bu konuda örnek olarak zikretmiştir.30 Bu misalin müşâkeleyle ilgisinin olmadığı açıktır.
Müşâkele yerine kullanılan veya müşâkeleyle karıştırılan diğer bir terim ise mukâbeledir. “Lafza misliyle mukâbelede bulunmak”31 şeklinde tarif edilir. Alevî belâğatla ilgili eserinde, İbn Kayyım gibi, müşâkeleye yer vermemiş, ancak İbn Kayyım’ın izdivâc başlığı altında ele aldığı Kur’an’daki müşâkele örneklerini32 o, yinebedî’ sanatlarından olan “mukâbele” başlığı altında ele almıştır.33 Ancak, mukâbelenin de izdivâc gibi, müşâkeleden daha kapsamlı olduğu söylenebilir. Çünkü, mukâbeleye örnek olarak zikredilen “İyiliğin (ihsân) karşılığı ancak iyiliktir” (Rahman, 60) gibi örneklerde, her iki iyilik de yerindedir. İkinci iyiliğin birinciden dolayı söylenmiş olma zarureti yoktur. Ancak “kötülüğün karşılığı kötülüktür” (Şûrâ,40) örneğinde ise, ikinci kötülüğün birinciden dolayı söylendiği açık olup, birinci olmasa mana yanlış olacaktır.
Râzî’nin âyetlerdeki bu tür ifadeler için, bazen müşâkele tabirini kullanması,bazen de bu durumun karşı tarafa yönelik mukâbele olduğunu söylemesi,34müşâkeleyle mukâbele tabirlerini müterâdif olarak kullandığı şeklinde yorumlanabilir.Beydâvî’nin Bakara Suresi, 15. âyeti açıklarken zikrettiği, “lafza lafızlamukabele etmek”, Keza Hâzin’in “çünkü onun (önceki istihza lafzının) mukabilindedir”ifadelerindeki “mukâbele” kelimeleri35 de böyle olup mukâbeleyi müşâkele yerindekullandıkları anlaşılmaktadır. Nitekim bazı müfessirler bu nevi âyetlerin izahısadedinde açıkça müşâkele ifadesi kullanmışlardır.36Mezkûr eserlerin bir kısmında müşâkele ifadesine değinilmemesi, birkısmında ise müşâkele yerine izdivâc, mukâbele gibi terimlerin kullanılması bu ıstılahın herkes tarafından bilinen ve kullanılan bir terim olmadığı veya belâğatliteratürüne daha sonraları girdiği intibaını vermektedir.

...
Sonuç
Kur’ân-ı Kerîm’de bazı âyetlerde Allah’a nisbet edilen mekr, keyd, istihza,suhriyye, nisyân ifadeleri zihinlerde bazı soruların oluşmasına sebep olmaktadır.Ancak, ilgili âyetler ayrıntılı bir şekilde ele alınıp incelendiği takdirde bu ifadelerin mecâzî manada, inkârcıların söz ve fiillerine bir mukâbele olarak ve daha çok müşâkele yoluyla zikredildiği görülecektir. Keza, hile ve tuzak manalarını çağrıştıran mekr ve keyd ifadelerinde olduğu gibi, bazı kelimeler anlam daralmasından dolayı günümüzde yanlış çağrışımlara neden olabilmektedir. Ayrıca, salât kavramı müminlere nisbet edildiğinde, dua ve ibadet; meleklere nisbet edildiğinde istiğfar; Allah’a nisbet edildiğinde ise rahmet ve mağfiret manası kazandığı gibi70, bir takım kelimelerin, nisbet edildikleri varlıklara ve farklı mevkilerdeki şahıslara göre farklı manalar kazandığı da bir gerçektir.
Bir sözün anlamını kavramada, sözden kastedilen mananın ne olduğunu doğru bir şekilde öğrenmede, o sözü “kim söylemiş, kime söylemiş, ne için söylemiş, nasıl bir ortamda söylemiş?” gibi soruların cevaplandırılması çok önemlidir. Aynı ifade, farklı ortam ve makamlarda bulunan insanlar tarafından farklı manalar için kullanılmış olabilir. Bir âmirin emrinde çalışan kimseye “aferin!” demesiyle, bir çocuğun aynı şahsa “aferin!” demesi arasında çok fark vardır. Keza, bu ifade bir başarıdan dolayı söylenmişse, takdir, başarısızlıktan dolayı söylenmişse tekdir ve alay ifade eder… Dolayısıyla bu tür kelimelerin Allah’a nisbet edilmeleri durumunda Yüce Yaratıcı’nın sıfatlarına yaraşır bir mana kazandıkları, mecazî manada kullanılmış veya müşâkele tarikiyle ifade edilmiş olabilecekleri gözden uzak tutulmamalıdır.

____________________

 Bu nevi âyetlerdeki edebî sanatlar için bkz. Mahmûd Safî, el-Cedvel fî İ’rabi’l-Kur’ân ve Sarfihi ve
Beyanihi, Daru’r-Raşîd, Beyrut, 1991.
2 Muhammed Ali es-Sabunî, Safvetu’t-Tefasir, Mektebetu Cidde, tsz., I, 39
3 Celâluddin Ebû Abdillah Muhammed el-Kazvinî, el-Îzâh fî Ulûmi’l-Belâğa, Dâru İhyai’l-Ulûm, Beyrut,
1998, I, 327; Bilgegil bu tarifin “Bir şeyi gayr’ın lafzıyla zikretmeğe derler. Gerek takdîren gerek
tahkiken gayrin sohbetinde olsun” şeklinde ifade edilmiş şeklini Süleyman Paşa’ya nispet etse de
(bkz. M. Kaya Bilgegil, Edebiyat Bilgi ve Teorileri (Belâgât), Enderun Kitabevi, İstanbul, 1989 s. 201)
bu tarifin Kazvinî’den tercüme edildiği anlaşılmaktadır.
4 Muhammed Saîd İsbir-Bilâl Cüneydî, eş-Şâmil fî Ulimi’l-Luğati’l-Arabiyyeti ve Mustalahâtihâ, Dâru’lAvde,
Beyrût, 1985, s. 850 (özetle).
...
14 Kurtubî, I, 145; Hamevî, II, 252. Kurtubî müşâkele ifadesini kullanmamışsa da müşâkele manasında
yorumlanabilecek ifadeler kullanmıştır.
15 bkz. Fahruddin Muhammed b. Ömer er-Razî, et-Tefsîru'l-Kebîr, Dâru'l-Kütübi'l-İlmiyye, Beyrut, 1990,
IV, 79; Kazvinî, I, 327; Hamevî, II, 252; Sâbûnî, II, 148; İsbir-Cüneydî, s. 850; Müsaid b. Süleyman b.
Nâsır et-Tayyâr, et-Tefsîru’l-Luğaviyyu li’l-Kur’âni’l-Kerîm, Dâru İbni’l-Cevzî, s. 296.
16 Hamevî, II, 252
17 Kazvinî, I, 327; Hamevî, II, 252; Hâşimî, s. 375; İsbir-Cüneydî, s. 850
18 Kazvinî’nin tarifinde işâret edildiği gibi.
19 bkz. Maverdî,, I, 195
20 Tîbî, s. 468; İsbir-Cüneydî, s. 851. Tîbî, Bakara, 26. âyette de benzer durum olduğunu söyler (a.y).
21 bkz. İbn Kuteybe, Te’vîlu Müşkili’l-Kur’ân, neşr., Seyyid Ahmed Sakr, el-Mektebetu’l-İlmiyye, Beyrut,
1981s. 275; el-Kurtayn, Daru’l-Ma’rife, Lübnan, tsz I, 15.
22 bkz. Ebû Ca'fer Muhammed b. Cerîr et-Taberî,. Câmiu'l-Beyân fî Te'vîli'l-Kur'ân, I-XII, Beyrut, 1992,
I, 166. keza bkz, a.e, II, 201
23 bkz., Mâverdî, I, 77; Carullâh Mahmûd ez-Zemahşerî, el-Keşşâf an Hakâiki't-Tenzîl ve Uyûni'l-Ekâvîl,
Beyrut, tsz., I, 187, 343, 573 ; III, 473 ; İbnu’l-Cevzî, I, 25-26; Kurtubî, I, 145 ; Ebû Saîd Abdullah b.
Ömer el-Beydavî,. Envâru't-Tenzîl ve Esrâru't-Te'vîl, I-VI, Beyrut, tsz., I, 62; Alauddin Ali b.
Muhammed b. İbrahim el-Bağdadî, el-Hazin, Lübabü't-Te'vîl fîMeâni't-Tenzîl, Beyrut, tsz., I, 62;
Ebu'l-Berekat Abdullah b. Ahmed en-Nesefî, Medâriku't-Tenzîl ve Hakâiku't-Te'vîl (Tefsiru'n-Nesefi),
Daru'l-Fikr, tsz., I, 62 (Bu üç eser Mecmuatun mine't-Tefasir içindedir).
24 bkz. Es-Seyyid eş-Şerif Ali b. Muhammed Cürcânî, Hâşiye, Dâru’l-Ma’rife, Beyrut, tsz., I, 187 (elKeşşâf
içinde)
25 İbn Manzûr da –bu âyet ve mekrin Allah’a nisbet edildiği diğer âyetlere değinirken- müfessirlerden
yaptığı nakillerde bu ifadeye (izdivâcu’l-kelâm) yer verir. Bkz, Lisânu’l-Arab, V, 183; VIII, 63
26 İbn Kayyımi’l-Cevziyye, el-Fevâidu’l-Müşavvik ilâ Ulûmi’l-Kur’ân ve İlmi’l-Beyân, Dâru’l-Kütübi’l-
İlmiyye, Beyrut, 1982, s. 343. İzdivâc, “şart ve cezâ cümlelerinde iki manayı eşleştirmektir” şeklinde
de tarif edilmiştir (bkz., Tîbî, s. 469; Taşköprüzâde, s. 273; Akkâvî, s. 647; Eren-Özcan, s. 134).
İzdivâc yerine,müzâvece ve tezâvüc kelimeleri de kullanılmaktadır.
27 es-Seyyid eş-Şerîf elCürcânî, et-Ta’rifât, Matbaa ve Kütübhâne-i Es’ad, İstanbul, tsz., s. 142.
28 İbn Kayyım, s. 343.
29 bkz. Akkâvî, s. 648; Eren-Özcan, s. 134.
30 İbn Kayyım, a.y.
31 Alevî, s. 565. Mukâbele, “İki veya daha çok muvafık şeyle bunların zıtlarını bir cümlede toplamaktır”
şeklinde de tarif edilmiştir. Leyl sûresi, 5-10. âyetlerde birbirleriyle muvafık olan a’tâ, ittekâ, saddekâ,
yusrâ ifadelerinden sonra, zıtları olan, bahile, istağnâ, kezzebe, usrâ ifadelerinin geçmesi gibi (Tîbî,
a.g.e., s. 466; Taşköprüzâde, s. 272).Görüldüğü gibi bu mukâbele tarifi daha çok mutâbaka veya
tıbâk da denilen tezât sanatını çağrıştırmaktadır.
32 “Kötülüğün karşılığı kötülüktür” (Şûrâ, 40), “Onlar mekretti, Allah da mekretti…” (Âl-i İmrân, 54)
âyetleri gibi.
33 Alevî, s. 565.
34 bkz; Razî, IV, 78; XIIV, 179
35 bkz. a.g.e., a.y
36 bkz. Alûsî, I, 158; Sabûnî, I, 39



http://e-dergi.atauni.edu.tr/atauniilah/article/viewFile/1020002965/1020002861

Paylaşmak güzeldir.